Geçen sefer “gazetelerimizin tirajları nasıl artar, okuyucu nasıl çoğalır”, aklımız erdiği kadar yazmaya çalıştık.
Çünkü bir araştırma, bizim bütün gazetelerimizin toplam satışının, İngiltere’nin “The Sun” gazetesi kadar olduğunu söylüyordu.
Bu utanılacak bir durum değil mi?
74 milyonuz.
Gençlerimiz nüfusumuzda önemli yer tutuyor. Okuyanımız ve yüksek tahsillilerimiz her geçen gün artıyor.
Ve olaylar çığ gibi, gündem her gün değişiyor. Öyleyse neden gazetelerimizin tirajı düşük? İşte başta dediğimiz gibi bu soruya cevap aradık ve cevabın bir bölümünü geçen gün yazdık.
Bu arada, geçmişte “gazetelerin Tv’lerden de menfi yönde etkilenmeyeceğini” de iddia etmiştik.
Bugün de iddia ediyoruz.
Hatta daha ileri gidip, Tv’lerin gazetelerin tiraj artırmada yardımcısı olabileceğini de söyleyebiliriz.
Yani yazılı basının TV’lere karşı avantajları olduğunu belirtebiliriz.
Ve bu avantajları iyi kullanırsak tiraj artırmada TV’lerden de yararlanırız.
Yazılı basının, yani gazetelerin TV’lere karşı avantajları işte şunlardır:
1. TV’lerde bir konu bir anda akıp gidiyor. Mesela yarım saatlik bir konu o süre geçince yok oluyor.
Oysa gazetedeki haber, röportaj, köşe yazısı, fotoğraf kalıcı. Üstelik elden ele dolaşabiliyor ve ondaki unsurlardan zaman içinde pek çok kişi yararlanıyor.
2. Bir konuyu haberle, yorumla, lehte-aleyhte görüşlerle istediğiniz kadar işleyebiliyorsunuz. TV’lerin bu konuda yazılı basın kadar şansı yok.
3. Fikir yazısı, makale, köşeyazısı dediğimiz ciddi okuyucu için vazgeçilmez unsurlar da gazeteye has özellikler.
4. TV kanalları arasındaki farklılıklar, rekabet, yarış bile yazılı basına malzeme oluyor.
5. Yazılı basın, TV’nin verdiklerinden de yararlanabiliyor. TV’lerdeki ilgi çekici bir konuyu geliştirip, tartıştırıp daha da ilgi çekici şekilde okuyucuya sunabiliyor.
TV izleyicisi seyrettiği programın yankılarını ertesi gün gazetelerde görmek istiyor. TV’nin bir konuda yarattığı ilgiyi yazılı basın sayfalarında devam ettirebiliyor.
* * *
İşte gazeteler bu üstünlüklerini iyi kullanırsa TV’lerden yararlanıp tiraj artırabilirler de. Peki yararlanıyorlar mı?
Hayır.
Bana göre hayır.
Mesela geçen gün “Not”ta bir uzmanımızın TV’de anlattığı yepyeni tespitlerine yer vermiştim.
Gazeteler bana göre, o uzmanla hemen teferruatlı bir konuşma yapmalıydı. Emekli ve görevdeki subaylardan paralel ve aksi görüş alınmalıydı. Belki de bu haber manşet olurdu. Oysa bunların hiçbiri yapılmadı. Büyük bir ihtimalle bu yeni tespitlerden haberdar olan bile yoktu.
Çünkü gazetelerimizde “TV dinleme servisi” diye bir birim kurulmamıştır, yoktur.
TV’lerdeki tartışma programlarında, gazetelerde haber olabilecek ilginç veya önemli öyle cümleler ve kelimeler sarf edilmektedir ki hayret edersiniz. Tabii izleyenler için.
Tiraj artırılmak isteniyorsa gazetelerin, TV’lere üstünlüklerinden, avantajlarından yararlanmak gerekir.
Herkesin veremediğini vermenin, “atlatma”nın bir yolu da budur. Bu da tiraj demektir, gazetelerin satışlarının artması demektir.
GEÇ KALMIŞ İTİRAF
“Ecevit siyaset hayatı boyuncu 10 defa genel seçime girmiştir. Bakalım 10 defa genel seçime girmiş kaç kişi olacaktır Türkiye’de...”
Ecevit’in rakibi Demirel, onun için bu sözleri söylemiş. Geç değil mi?
Bu sözlerin gereği zamanında yapılsa, Cumhurbaşkanı da kısa sürede seçilir, belki “12 Eylül” bile olmazdı.
Tabii bu günlere de gelmezdik. Çünkü onların o günkü çelişkileri yurdu 12 Eylül’den alıp bu günlere getirdi.
Allah bir daha birbirinin kuyusunu kazan bunu da demokrasi zanneden liderlerden memleketi korusun.
Ne olursa, 74 milyona oluyor.
ÇARESİZ
Bir açlık hikâyesi
Yıl 1900’ün ilk seneleri. Yer Erzurum.
Babam ilkokulda. Öğrencilerin çoğu aç. Yiyeceği ekmek bile yok. Dört etnik grup o günkü Erzurum’da birbirlerini kolluyor. Ne olacağı belli değil. Gerginlik korkunç. Ama açlık daha korkunç. Açlık herkesin benzini soldurmuş, hele çocukların. Sınıfta sırada oturanlar var, yerde oturanlar var. Ne o, yerde oturan bir öğrencinin gözü aniden bir şeye takılıyor.
Sınıf arkadaşı bir somunu (ekmek) oturduğu sıranın gözüne gizlice sokuyor. Günlerdir “ot yiyen”, annesinin topladığı otlarla karnını doyurabilen küçük çocuğun gözleri dönüyor.
Bekliyor. İşte teneffüs.
Ve koşuyor, somunu alıp helada 5 dakikada yiyor.
Teneffüs bitip, sınıfa dönülünce olanları siz düşünün.
* * *
Aradan yıllar geçiyor.
Beşiktaş’ta yürüyen genç, somunu aldığı arkadaşına rastlıyor. İkiside üniversitede okuyorlar ve hasretle birbirlerine sarılıyorlar.
Somunu gizlice alan, arkadaşını oradaki bir lokantaya yemeğe davet ediyor. Ve yemek sonunda “Senin o somununu çalan bendim. Şimdi ödeştik” diyor.
O aç günlerini bir kez daha hatırlıyorlar. Ve arkadaşının ekmeğini alan çocuk yıllar sonra doktor oluyor ve fakirlerden hiç para almıyor.
Halkımız o günlerden geçti, bugünlere geldi, kıymetini bilelim...
(Bu hikayeyi Erdal Dumanlı anlattı)
SAMİMİYET
Arınç ve Balbay
Cumhuriyet’in manşetinde iki haber vardı. Biri Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın sözleri.
Bakın Arınç ne diyor:
“Milletvekilllerinin ‘mutlaka’ tahliye edilmesi gerekir. Bu bir talimat değil. Onların içerde kalması milli iradeye saygısızlıktır. Yargı ‘milli irade yanlış yaptı’ diyemez. Milletimiz oylarıyla parlamentoya göndermişse ağzımızı kapatacağız. Sen bunu tartışıcak noktada değilsin.”
KCK operasyonu kapsamında Prof. Ersanlı ve yayıncı Zarakolu’nun tutuklanmasına da değinen Arınç “Bir bilim kadınının ve yıllardır yayıncılık yapan bir insanın böyle bir ithamla içeriye alınması da kamuoyunu tedirgin edebilir, bizi üzebilir. Bu konuda da bir an önce yargı kararı çıkması gerekir.”
Ve yanında şu haber:
26 gün sonra cezaevinde 1000. gününü dolduracak olan CHP milletvekili Mustafa Balbay’ın tek kişilik hücredeki 250. günü. Balbay’ın tahliye talepleri “delillerin toplanamadığı, kuvvetli şüphe” gibi gerekçelerle 3 yıldır reddediliyor. Balbay son olarak mahkemeyi “TBMM’nin yasama gücünü ve işlevini hiçe saymakla” eleştirmişti.
Dikkat ederseniz Arınç ve Balbay aynı şeyleri söylüyor. Ama biri hükümetin kuvvetli adamı, biri tutuklu.
Arınç samimi ise AKP grubundan sözlerini gerçekleştiren bir kanun çıkartılmasına önayak olamaz mı?