ON beş yıl önce de, yirmi yıl önce de söyleyenler vardı; ama onlara tebessümle, belki de istihza ile bakılırdı.
Oysa bugün artık herkes söylüyor:
"Türkiye'nin güçlenmesini istemeyenler zımni bir anlaşma içindeler."
Politik, ekonomik, askeri... Haçlı ruhuyla hareket ediyorlar. Bu yeni "haçlı"ların içinde Müslüman ülkeler de var.
Avrupa Birliği'nin kodamanları; "AB bir kültür birliğidir" derken, Türkiye'nin bu birlikte yer alamayacağını, kafamıza vura vura kaç kez tekrar ettiler.
Amerika, daha on gün önce iki Kürt lideri barıştırıp, Türkmenleri saf dışı ederek, Kuzey Irak'ta Kürt devletinin temelini atıverdi.
Fransız Meclisi'nin Ermenilere sahip çıkışından sonra İtalyan Meclisi'nin PKK'ya kucağını açması da tesadüfi mi?
Ve aynı İtalya şimdi Ermenileri Türkiye aleyhine kışkırtan yeni tezgahlar hazırlamıyor mu?
Büyük devletlerin klasik politikası "böl, parçala ve yönet."
Deneyimli diplomat ve politikacı Kamran İnan bunu rakamlarla şöyle ifade ediyor:
1945'te San Fransisko'da 50 devlet vardı, bugün Birleşmiş Milletler'de 185...
Etrafımızdaki leş kargalarının niyetlerini ve sinsi faaliyetlerini ise saymaya gerek yok. Yaşıyor, görüyoruz.
* * *
AMERİKA'nın Kıbrıs nedeniyle uyguladığı ambargoya Türkiye yıllarca dayandı.
Bugün Ankara, Avrupa Birliği'ne "hayır" diyecek konumda.
Yarın Türkiye, enerji kanallarının santralı durumuna da gelecek...
"Öyleyse; önümüzdeki yıllarda Avrupa'nın en genç ve en kalabalık nüfusuna sahip, daha da büyük, daha da güçlü, daha da teknik bir Türkiye karşımıza çıkmamalı.
Türkiye'nin direnci kırılmalı, zayıflatılmalı.
Türkiye şimdiden hizaya getirilmeli."
Batılılar da, komşularımız da bunu düşünüyor. Batı'nın, kendisine "evet" demeyen bir Ankara'ya, Arap dünyasının da yüzlerce yıl hakimiyetinde yaşadıkları bir büyük Türkiye'ye tahammülleri yok.
Belki de bu nedenle Rumlara silah yardımı yapan onlar, PKK'yı destekleyen onlar.
Türkiye'ye karşı Kıbrıs'a füze yerleştirilmesini kınayan bir tek Arap ülkesi var mı?
Üstelik İsrail'le ilk ilişkileri kuranlar da Araplar olduğu halde, bu açıdan da Türkiye'yi kınayan ve Müslüman ülkeleri Ankara'nın aleyhine kışkırtan yine onlar.
* * *
ÖZET:
Türkiye, bölgesinde bir Japonya olsun istenmiyor.
Peki 65 milyon bunu kabullenecek mi? Buna boyun eğecek mi?
Hayır.
Ama bu hayırın birinci şartı, Türkiye'nin kendi kendisini yıpratmaktan vazgeçmesi.
Ekonomik ve askeri gücünü zirvede tutabilmesi.
Ama bu, 6 yılda 9 hükümet değişikliği ile sağlanabilir mi?
İmkansız.
Böyle istikrarsız bir ülke, onun zayıflığını isteyenlerin iştahını kabartmaz mı?
* * *
HER şeye rağmen Türkiye bugün sıkıştırılmak istendiği pozisyona hayır diyecektir.
Diplomasiyle, ekonomik yaptırımlarla ve gerekirse askerle.
Eğitimsiz, fakir, ama imanlı 15 milyonluk Türkiye'yi dize getiremeyenler, 65 milyonluk çağdaş Türk toplumuna arzuladıkları zararı veremezler.
Yeter ki politikacılarımız birbirlerini yemekten vazgeçsin, sahipsiz Türkiye görünümü bitsin.
İç barış sağlansın.
* * *
SURİYE ile sıcak savaşın eşiğine gelen ihtilafa da bu açıdan bakmak gerek.
Türkiye, Suriye'ye karşı yıllar boyunca askeri önlemleri de içeren caydırıcı, etkin bir strateji uygulamadı. Bu onları cesaretlendirdi. Küstahlaştırdı. Şam, Ankara'nın iyiniyetli tutumunu hep kötüye kullandı.
Diplomasinin bittiği yerde başvurulacak tek yol kalır; askeri güç...
Bugün Suriye, Türkiye'yi buna itmiştir.
İç kargaşayı zayıflık olarak algılayıp Türkiye'yi daha da zayıflatmak, hatta parçalamak için Şam, büyük bir iştahla yola çıkmıştır.
Bu yolu kesmek savaşla mümkün olacaksa, bunun sorumlusu Şam olacaktır...
Yazara E-Posta: D.Heper@milliyet.com.tr