Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Tayyip Erdoğan önemli bir cümle sarf etti. Türkiye’de etnik ayrılık, gayrılık olmadığının, daha doğrusu olamayacağının canlı ifadesi, Türkiye’deki aile yapısının fotoğrafı gibi bir cümle...
"Ben Rizeliyim, eşim Siirtli, işte birlik, bütünlük."
Kuzey Irak’la Güneydoğu bölgemizi bir arada, ayrı bir devlet gibi gösteren haritaları basıp yayanlara anlamlı bir yanıt.
***
TÜRKİYE’nin Kuzey Irak’la ilgili endişeleri var. Ankara şu beş konu üzerinde duruyor:
l Kürt devleti kurulmasın. l Göç önlensin. l Petrol bölgeleri işgal edilmesin. l Türkmenler korunsun. l PKK canlanmasın.
Türkiye bunun için Kuzey Irak’ta etkili olmak istiyor.
Kürt liderlerin buna şiddetle itirazı var. Hatta tehditleri var. Aldıkları meclis kararı da, Bush’a başvuruları da bunu gösteriyor.
Oysa aynı Kürt liderler Türkiye’nin endişelerinin yersiz olduğunu da belirtiyorlar. Eğer bu sözlerinde samimi iseler, o zaman Ankara’nın önlem arzusundan niye kuşku duyuyorlar, anlamak güç.
***
HAFTALARCA süren tartışmalardan sonra anlaşıldı ki, ABD için Saddam’ın düşmemesi demek, Bush’un intiharı demektir.
Bu durum sonunda Ankara’dan da görüldü ki, Tayyip Erdoğan adeta şu üç kelimelik manşeti attı:
"Denklemin dışında kalamayız." Ve bu düşünceyle de olsa gerek, ABD ile daha müzakereler sona ermeden "yabancı askerleri Türkiye’de bulundurmayı da kapsayan tezkere" hazırlandı ve Meclis’e sevk edildi.
Oysa, uzun süre "denklemin içinde olmak için 1441 sayılı BM kararının yetmediğini, yeni karar gerektiğini" söyleyen de aynı Tayyip Erdoğan’dı. Ama bunları söylerken üs ve limanları ABD’ye açan da yine o oldu.
Türkiye’deki hükümetler 1990’dan bu yana geçen 12 yıllık dönemde bir Irak politikası oluşturamadılar. Onların 12 yılda yapamadığını 12 haftalık deneyimsiz AKP’den beklemek zaten fazla iyimserlik olurdu. Böyle de oldu. AKP realiteyi geç gördü...
***
TÜRKİYE’nin etrafında çok ülke var. Zorda kalınan bir gün hangisinin Türkiye’ye ne zarar verebileceği belli değil. Bu durumda güçlü müttefik olarak Fransa, Almanya ve ABD görülüyor.
Türkiye Irak konusunda haftalarca, Fransa ve Almanya’ya paralel "savaşa karşı" bir politika sürdürdü. Ama ne Fransa ne Almanya Ankara’yı bu konuda cesaretlendirici, bir yaklaşımda, davranışta, ziyarette bulundu.
"Prematüre tezkere"li ortam Ankara’nın ne kadar zor şartlar içinde olduğunun en açık göstergesi oldu.

"Kuvvet haktır."
Bu cümle haksızlığın hukukunu ifade ediyor. Belki de hukuksuzluğunu.
ABD kuvvetlidir, öyleyse haklıdır!..
Olur mu böyle şey?
Olmazsa, Saddam için de olmaz...
Çünkü o da "kuvvet haktıröcı.
Öyle olmasa yıllardır, her seçimde oyların yüzde 99.9’unu alarak(!) iktidarda kalabilir miydi?

Özal döneminde, onunla sıkı fıkı olanlar, akıl alışverişi yapanlar vardı.
"Dün gece bana telefon etti, dedi ki" gibi fiyakalı bir girişle söze başlamak prestij ve ayrıcalık göstergesiydi.
Ama bugün, o Özal dostlarının çoğu, onu savunma imkanı olan birçok konuda bile susmayı tercih ediyor. Gidenin dostunun olmadığı, böylece bir kez daha doğrulanıyor.
Oysa şu sorulamaz mı?
1991 Körfez krizinden sonra Türkiye beklentilerinin büyük bölümünü elde edemediyse acaba bu, olaya Özal’ın hesapladığı gibi ağırlık konulmamış olması yüzünden değil midir?
Belki de ABD, o gün Özal’ın düşüncesi yönünde hareket etseydi, bugün Bağdat’ta demokratik bir yönetimin mutluluğunu tüm dünya yaşıyor olabilirdi.

Siz ne derseniz deyin, Türkiye aşırı zengin bir ülke! Kriz, savaş palavra!
Bakın, İslamda israf haram olduğu halde Erbakan Hoca oğlunun düğünü için 250 milyar lira harcıyor. Halkımızın ismini bile duymadığı yemeklerle donatılmış saray masalarının üzerinde havai fişeklerin pırıltıları uçuşuyor.
Bir başka vatandaşımız da ondan geri kalmıyor. Oğlunun düğünü için ABD’den ve Türkiye’den misafirlerini uçaklarla Hindistan’a taşıyor. Dört gün, dört gece süren, rüya gibi düğün binbir gece masallarındakine bile taş çıkartıyor.
Şu 70 milyonun yaşam çelişkilerine bakın...
Şaşırıyorum...