Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       İSTANBUL Vali ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay 1950 seçimi arifesinde Taksim Meydanı'ndaki seçim mitinginde, CHP lideri İsmet İnönü'ye kürsüden muazzam kalabalığı gösterip;
"İşte Paşam İstanbul" demişti.
Gökay, İstanbul'un adeta cepte keklik olduğunu söylemek istemişti, ama birkaç gün sonraki seçim İnönü ve CHP için hezimet oldu.
Yani İstanbul'un ne yapacağı belli olmaz. Partiler bunu hesaba katıp İstanbul için hizmet taahhütlerini sıralamalılar. Oysa ilk bakışta görünen hizmet taahhüdünden çok, aday bulma yarışının ön plana geçtiği.
* * *
İSTANBUL'un 4 kamburu var.
Önce nüfus: Ülke nüfusu 50 yılda 3 kat artarken, İstanbul'un nüfusu 10 kat artmış.
Bugün şehrin nüfusu nereden başlıyor belli değil. Çünkü İstanbul'un sınırları belli değil. Önüne gelen yeni yeni mahalleler, semtler yaratıyor. Bunlar gecekondu bölgeleri de olabiliyor, doğru dürüst konut alanları da, çiftlik evleri alanları da, sanayi bölgeleri de...
Her yıl 400 bin, 500 bin yeni insan İstanbul denilen araziye sere serpe yayılıyor. Dur diyen çıkmıyor.
Sonra tartışma başlıyor; altyapı ve hizmet yetersizliği tartışması. Ve adaletsiz bir paylaşım. Yani bazılarının vergisiyle bazılarına altyapı ve hizmet götürülmesi.
Planlı programlı bir şehirleşmede, altyapısı hazırlanmayan yerleri iskana açmak, keyfi genişlemeye imkan sağlamak mümkün müdür?
Çağdaş şehircilikte şehirlerin sınırları bellidir ve yatağı yorganı sırtlayıp ben buraya yerleşeceğim diyenlerin hatırı için şehir büyümez, genişlemez.
* * *
SİYASET de İstanbul'un kamburlarından biri. Yeşil alanların, politik nedenlerle talanına göz yumuldu. Kanunlar çıkartılarak da yağma pek çok kez meşrulaştırıldı.
İstanbul kapanın elinde kaldı ve her geçen gün çirkin, pis ve yaşanmaz oldu.
Rüşvetle bütünleşen bürokrasi de bu yozlaşmada rol oynadı.
Nüfus artışına göre idari sınırlar, yetki alanları genişletilmeyince pek çok yerleşim alanı kontrolsüz kaldı. Buralarda rüşvet aldı başını gitti.
Bu cümlelerde İstanbul'a büyük hizmetleri geçmiş olan Çelik Gülersoy'un payı var.
Çelik Gülersoy İstanbul'un kamburlarına kendini bilmezliğimizi de ekliyor.
* * *
İSTANBUL'da şu kadar tarihi eser, boğaz ve Haliç gibi tabii eser olduğu halde onlara gereken özeni gösterdiğimize inanıyor musunuz?
Biblo gibi mimarlık şaheseri yapılarıyla, yeşilliği, çiçeği, heykelleri, çeşmeleri, fıskiyeleri, havuzları, meydanları, ışıklandırması, temizliği ve rengarenk kaldırımıyla bir İstanbul var mı?
Yok.
Bu eserler aslında mevcut, ama o eserleri gözler önüne serecek özen yok; tam aksine özensizlik örtüsü var.
Oysa İstanbul bizatihi özel bir şehir, onu farklı yapan her türlü unsur mevcut, ama bunları örtmek yerine ortaya çıkartmak gerekiyor.
İşte İstanbul, bunu becerebilecek, başarabilecek kişileri belediye başkanlığı için aday görmek istiyor.
* * *
İSTANBUL Milletvekili Sayın Ali Talip Özdemir'den mektup aldım.
İstanbul'la ilgili yazılarımızda belirttiğimiz noktalara atıflar yaptıktan sonra özetle şunları söylüyor:
"Kentler insanlarıyla, tarihiyle, kültürüyle bir bütündür. Kentleri koruyacak ve tarihten süzülerek bugünlere ulaşan kent ruhunu geleceğe taşıyacak olanlar, hiç şüphesiz kenti paylaşan insanlardır. Bütün mesele, 'kente ait olma duygusunun ve kentlilik bilincinin' pekiştirilmesi, geliştirilmesidir.
İstanbul'un en büyük sorunu olduğu bilinen 'aşırı göçe maruz kalması'; kentleşmenin, kent kimliğinin biçimlenmesinde temel çıkış noktası olarak gözükmektedir. Gerçekten de nüfusu 10 milyonu aşan İstanbul'un, nüfus dinamizminin ötesinde, göç edenlerin 'kente adaptasyon' süreci ile iyice karmaşık bir hal aldığı söylenebilir.
Apayrı ve ayrıca değerlendirilmesi gereken 'İstanbul'a göçü besleyen sosyo - ekonomik nedenleri' muaf tutmak kaydıyla, bu büyük kentin sahiplerinin ortak bir vizyon ve felsefede nasıl buluşturulacağı sorunsalıyla karşı karşıya kalınmaktadır.
Konuyla ilgili ve İstanbul'a dair önemli ipuçlarını barındırdığına inandığım, İstanbul'da yapılan bir araştırmada İstanbullular için yaşadıkları kent öncelikle yoksulluk, kalabalık, işsizlik ve yetersiz maddi şartlar anlamına gelmektedir.
Oysa, kent demek, sadece ticaret ve kalabalıklar demek değildir. Kente ruhunu veren ve onu diğerlerinden ayıran özellikler, zamanın süzgecinden geçerek bugünlere gelen mekanlar ve kenti kent yapan diğer bütün figürler yerel yönetim inisiyatifiyle özenle korunmalıdır. Yaşanabilir bir İstanbul, ancak bu şekilde ve estetik kaygıların her zaman belirleyici olduğu bir zihniyetle oluşturulabilir."
Aynı şeyleri söylüyoruz ama, söylemek yetmiyor.




Yazara E-Posta: D.Heper@milliyet.com.tr