TÜRKİYE'de aranan istikrar yalnız sistemle ilgili değil.
Yaşadığımız karmaşık olaylar yumağı istikrarsızlığın aslında kafalarda olduğunu gösteriyor.
Kafalar karışık.
Önce; tüm toplum kesimlerinin erken seçimi zamansız görmesine rağmen bir erken seçim krizi çıkartıldı.
Türkiye günlerini bunun tartışmasına ayırdı.
Sonra; konu Meclis'e geldi. Oylandı.
Büyük ekseriyetle 18 Nisan'da seçimlerin yapılması kararı alındı. Yani seçimler erkene çekildi ve iki seçim; genel ve yerel seçimler bir arada yapılsın görüşü kanunlaştı.
Normal bir ülkede, istikrarlı bir ülkede ne olur? 18 Nisan için partiler ve liderler hazırlanır, projeler, geleceğe yönelik planlar, hesaplar, taahhütler, vaatler, ikna edici ve inandırıcı dokümanlara dayanarak ortaya dökülür.
Her partinin çeşitli konulardaki ihtisas komisyonları; Avrupa, Amerika görmüş, eğitimli danışman ordusu ile Türkiye'yi tanıyan, izleyen, kafası çalışır, deneyimli uzmanlarının ortaklaşa hazırladıkları projeleri sergilenir, yayınlanır.
18 Nisan'dan sonra partilerin iktidar olurlarsa Türkiye'ye verecekleri ivme, bu somut, hesaba, kitaba dayalı kollektif emek mahsulü realist planlardan izlenir. Tercihler de buna göre yapılır.
Ama bunun için önce bunları yapacak, hazırlayacak kadroların olması gerekir. Var mı partilerimizde bu kadrolar. Varsa iftiharla hem isimleri, hem eserleri ilan edilmeli.
Vatandaş bunu bekliyor...
* * *
OYSA bizde ne oldu?
Erken seçim kararı alanlar sanki aradan bu kadar kısa süre geçmemiş gibi, sanki bu kararı polis zoruyla almışlar gibi hemen dönüverdiler.
Önce "iki seçim bir arada olmaz" diye tutturuldu.
Sonra "genel seçim erken olmasa daha iyi olmaz mı?" denilmeye başlandı.
İyi ama bunları, onlar daha seçim kararı almadan söyleyenler vardı. Peki o zaman bunların akılları neredeydi?
ANAP lideri; "CHP liderinin kurbanı olduk", demek istiyor.
CHP lideri de; "Seni azat ettim, kararından dönebilirsin", diyor.
Bu diyalog; "erken seçim kararı CHP'nin zoruyla alındı", diyenleri haklı çıkartmıyor mu?
Şimdi "azat eden", daha önce "köle etmiş" sayılmaz mı?
63 milyon bu "azat", "kuyu" tartışmaları hafifliğiyle sürdürülen politikaya nasıl değer verir, güvenir, mutluluğunu bu tartışmalarda görür?..
* * *
EFENDİ ile uşak seyahate çıkmışlar.
Efendi at üstünde, uşak yaya.
Yolda giderken efendi yerde bir inek pisliği görmüş.
Muzipliği tutmuş, uşağına:
"Şu pisliği yersen at senin olur, ben yürürüm, sen binersin" demiş.
Uşak pisliği yemiş. Ata atlamış.
Uşak atta, bey yaya yola devam etmişler. Ama bey bu durumu pek de hazmedememiş.
Şehre yaklaşırken yerde bir inek pisliği daha.
Efendi uşağa, "şu pisliği yiyebilirsem atı bana iade eder misin?" demiş.
Anlaşmışlar.
Bey pisliği yemiş, ata atlamış, uşak yere inmiş. Ama birbirlerine sormadan da edememişler.
"Madem sonunda değişen bir şey olmayacaktı peki bu bo.. biz niye yedik?"
Bu fıkrayı biliyorsunuz. 1995 Eylül'ünde de bu köşede yer almış. Ama bugün de olaylara o kadar cuk oturuyor ki tekrarda sakınca yok.
* * *
TÜRKİYE'de kimin ne yaptığı, ne istediği belli değil. Kafalar karışık. Ülke için plan, proje üreten yok. Laf üreten çok. Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz. Dolap beygiri gibi aynı nokta etrafında dönüp dolaşıyoruz. Siyaset yapmayı ortaokul münazaralarına çevirdik.
Ülkede istikrar istiyorsak, istikrarı önce kafalarda sağlamalıyız.
Yazara E-Posta: d.heper@milliyet.com.tr