Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ben sistemi hep eleştiriyorum. Bu köşeye göz atanlar bilir. Bu yıllarca böyle oldu. Şu sözü hep tekrar ediyorum: “Daha iyisi bulunana kadar demokrasi”...
Yani demokrasi “bulunmaz Hint kumaşı” değil. Mecburen bu sisteme evet diyoruz. Mevcudun en iyisi olduğu için... Çünkü, daha iyisi, yani halk iradesini daha iyi ifade eden bir sistem bulunamadığı için.
Bulunursa demokrasi de gider.
Çünkü bu rejimin, yani demokrasinin kendisiyle çelişen uygulamaları önleyemediğini görüyoruz.
* * *
Türkiye’ye bakalım.
Bu ülkede demokrasi var, diye iftihar ediyoruz.
Yani halkın dediği oluyor. Onlar etki altında kalmadan oy kullanıp temsilcilerini seçiyor. Ve bu temsilciler bir araya gelip halk adına irade kullanıp, onun adına karar veriyorlar.
Bu kâğıt üzerinde böyle ama gerçekte böyle mi?
Değil.
Bakın demokrasinin birinci şartı serbest iradeyle seçimse bu seçim bizde yaralanıyor.
Nasıl?
İşte son örnek. Beyaz eşya, mobilya ve kömür dağıtımı...
Buna herhalde boşuna “seçim rüşveti” denilmiyor.
Rüşvet karışırsa bu seçim, serbest seçim olur mu? İrade etki altında kalmaz mı?
Bu demokrasi aldatmaca olmaz mı?
Olur.
Bunu, Yüksek Seçim Kurulu bile “yardımlar”ın kesilmesini isteyerek, belirtmedi mi?
Savcılık soruşturma açmadı mı?
Yüksek Seçim Kurulu beyaz eşya, mobilya ve kömür dağıtımının “seçmen oyunu etkilemeye yönelik” olduğunu ilan etti.
Hem de bu kararı oybirliğiyle aldı.
Ama etkileme fütursuzca devam ediyor. Hem de bu konu da Bakan Çelik’in meydan okuyuşuyla ve Vali’nin beyanıyla...
Peki, bu mu demokrasi? Bu mu halkın serbest iradesi?
* * *
Yıllarca demokrasiyi yaralayan unsurların başında neleri sayardık?
Halkın eğitim durumunu.
Halkın gelir durumunu.
Toprak ağalarının baskısını.
Aşiretlerin, şeyh ve şıhların varlığı.
Ne dedik?
İnsanlar muayyen tahsil ve gelire sahip olmadıkça o ülkede demokrasi göstermelik olmaktan öteye gidemez.
İyi bir yönetimin, demokrasiye önem veren bir yönetimin ve yöneticinin yapacağı ilk iş halkın eğitim ve gelir durumunu yükseltmektir.
Yurtta hakiki demokrasi isteniyorsa toprak ağalığı, aşiretler, şeyh ve şıhlar tarihe gömülecektir.
Evet, gerçek bir demokrasi için bunlar beklenirken iktidar “seçim rüşveti” icat etti...
Beyaz eşya, mobilya ve kömür.
Biz, demokrasimizi daha ileri götürelim, diyoruz. Bazıları daha geri götürmek için elden geleni yapıyor. Ne diyelim?..
————
Karakuşi: Yasa, kural ya da mantık ölçülerine dayanmayan; keyfi.

Haberin Devamı

BAŞBAKAN’IN OĞLU
Başbakan’ın çocukları, gelinleri tabii ki ticaretle uğraşabilir...
Ama bu iş onlara Başbakan’ın oğlu veya gelini olduğu için verilmediyse.
Pırlantada verginin düşürülmesi bana bunu hatırlattı.
Başbakan’ın oğlu pırlantacıya ortak olmuştu da...
Sahi bu çocuklar bursla okumamış mıydı?

Haberin Devamı




Yanlışı yapana bak
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) büyük bir “istatistik potu” kırdı. Açıkladığı sanayi üretimi rakamını, uyarılar sonucu, 4 saat sonra değiştirdi.
Şimdi akla şu geliyor:
- TÜİK’in açıkladığı bundan önceki rakamlara itimat edilebilir mi?
- TÜİK’te kadrolaşma yapıldı da kalitesiz elemanlar mı bu kuruma dolduruldu?
- Yoksa, istatistik kurumu istatistik yanlışını “Önümüzde seçim var da ondan yapıyor!..” diyenler haklı mı?

Haberin Devamı

SUÇ KİMİN?
Başbakanlar uyudu

Türkiye “Ergenekon”la altüst oldu.
Aslında Ergenekon’dakileri ikiye ayırmak lazım.
Kurular ve yaşlar.
Kuruların yanında yaşlar da yandı, ve günahsız kişiler gözaltına alındı, hapse atıldı ve aylar sonra, Hurşit Tolon gibi “delil yetersizliğinden” serbest bırakıldı. Bunların hapiste çektikleri yanlarına kâr kaldı. İçeride, herhalde Tolon gibi, daha neyle suçlandıklarını bilmeden acıyla bekleyenler var. Bu adalet değil. Bu Ergenekon adaletsizliği.
Bir de çeteler var.
Devletin verdiği yetkiyi, gücü kendi çıkarları için kullananlar...
Faili meçhul cinayetler var.
Her ne kadar eski PKK’cı Abdulmuttalip Tuncer, “Faili meçhullerin yüzde 100’ünü PKK gerçekleştirdi” dediyse de, bu doğru değilse, bunların emrini verenlerin belirlenmesi gerekmez mi?
Gerekir.
Öyleyse Silivri’deki mahkeme bu iki grubu, yani “kurular ve yaşlar”ı karıştırmama göreviyle de yükümlüdür.
Dikkatimizi çeken bir önemli nokta daha var. Bütün bu iddia edilen hukuksuzluklar meydana gelirken o yılların hükümetleri, hükümet başkanları ve yöneticileri neredeydi?
Onlar o gün de susuyordu bu gün de.
Niye?
Yoksa bunlar toplumun gözünde büyüttüğü gibi kudretli değil de karınca benzeri kişiler miydi? Yoksa bunlar “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” politikasını mı güdüyorlardı? Güdüyorlar...


YOLSUZLUK
CHP’ye yakışan

Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları, Baykal’ın çarşaf, din, dindarlık konusundaki çıkışlarından daha etkili oldu.
CHP’ye daha da yakıştı.
Çünkü kim yaparsa yapsın halk yolsuzluğu affetmiyor. Bu sözün doğruluğunu seçimlerde göreceğiz.
Bunun içinse Kılıçdaroğlu’nun iddiaların “yandaş medya” dışındaki medya tarafından ele alınması, gösterilmesi, halkın bilgilendirilmesi lazım. Mesela geçen gün Referans gazetesi halkı bilgilendirme bakımından çok önemli bir habere imza attı.
“Girişim dehası bakan çocukları” diye 63 bakan çocuğunun iş dünyasındaki son durumunu halka manşetten, resimli olarak duyurdu. Boğazda, Rumelihisarı’ndaki, onarım ruhsatıyla yapılan inşaat da İstanbul Belediyesi’ni sarstı. 45 metrekarelik kulübeden, 150 metrekarelik, çelik beton karışımı binaya dönüştürülen yapı İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın akrabalarının olduğu için özellikle dikkatleri çekti ve eleştirildi.
Merak edenler gidip anayol üstündeki bu Boğaz manzaralı yapıyı görebilir. Belki de birçoğumuz, birçok kez bu yapının önünden geçiyor ve “Bu da kimin?” diye merak ediyorduk.
Sözün kısası, halk kim yaparsa yapsın yolsuzluk istemiyor ve yolsuzluk yapanları affetmiyor.
CHP bunları bulup çıkarırsa puan alır. Bunu unutmamalı.