Hizbullahçılar serbest kalmasaydı Türkiye’nin bu hukuk skandalından haberi olmayacaktı. Hizbullah davasının 10 yıldır sürdüğünü de kimse bilmeyecekti.
Türkiye’nin derken, 73 milyonu ifade etmek yanlış.
Doğrusu, haberi olmayanlar her gün, her yerde, ahkâm kesen bazı entelektüellerimiz, hukukçularımız ve devlet adamlarımız demek daha doğru. Yani uyuyan onlar... Onlar, “tutukluluğun” bu ülkede “ceza” haline getirildiğini göremiyorlar.
* * *
Şimdi, önce yapılması gereken ne, onu aklımızın erdiği kadar ve akıl verenlerin önerdiği kadar söyleyelim.
Evvela, Adalet Bakanı ile Yargıtay Başkanı’nın kavgası çok yersiz, en masum deyişle “şık” değil.
Yargıtay ve Adalet Bakanlığı’nın, kavga yerine oturup çözüm bulması gerekir. Mahalle kavgası iki tarafa da yakışmıyor.
Adalet Bakanı’nın Yargıtay’ı bu yolla yıpratmak, ele geçirmek amacı yoksa oturup konuyu görüşecektir.
* * *
Peki bu görüşmelerden ne çıkar, neler yapılabilir, daha doğrusu yapılmalıdır.
- İstinaf mahkemeleri kurulmalı.
- Temyiz daireleri arttırılmalı.
- Usul kanunları değiştirilip üst üste duruşma yapılabilmesi kabul edilmeli.
- Davadaki taraflar arasında uzlaşma kabul edilmeli.
- Yeni hukuk eğitimi ile hâkim olacaklardaki zihniyet değiştirilmeli. Kısa sürede davayı bitirme zihniyeti mahkemelere hâkim olmalı.
- Temyiz Mahkemesi’nde dava, ilk derece mahkemesindeki kadar uzatılmamalı. Yani, yeni baştan davaya bakarmış gibi davranılmamalı.
- Hizbullah’ın cinayetleri gibi davalar söz konusuysa bu dosyalara öncelik verilebilmeli.
* * *
İşte bunlar sağlanabilirse yani “yargı reformu” yapılabilirse sorun da biter.
Ama bunları yapabilmek para sorununun halledilmesine bağlıdır. Buna da “bütçe” deniliyor.
Bizde Adalet Bakanlığı bütçesi mesela Almanya’nın çok gerisinde.
Almanya’daki hâkim sayısının dörtte biri kadar bile hâkimimiz yok.
Peki mevcut bütçeyle söylediklerimiz olur mu?
Olmaz.
Çünkü her şeyden önce yapılacaklar personel artırımını da gerektirecektir.
Yoksa, “davalar uzuyor”, “tutukluluk ceza oluyor” şikâyetlerine devam edeceğiz.
* * *
Bir söylenti de var. Bakan bunu da açığa çıkartmalı.
“Devlet Hizbullah’ın arkasında mıydı?”
PKK’nın güçlenme döneminde Hizbullah doğdu ve PKK’nın karşısına dikildi.
PKK yenilince Hizbullah ikiye ayrıldı. Ve bir kısmı dini saydıkları eylemlere girişti. 188 cinayet işlendi. Ve işte bu örgütün davası on yıl sürdü. Birçok kişi davayı unuttu bile.
O gün bir yetkili “bunların üzerine çok gidilmesin” dedi.
Diyarbakır hapishanesinde yatan Hizbullahçılara bilgisayar verildiği bile iddia edildi.
Bunlar devletin himayesini ileri sürenleri doğrulamıyor mu?
* * *
Sonuç şu; bu olay Adalet Bakanlığı ile yüksek mahkemenin görüşüp çare üretmesi ihtiyacını ortaya çıkartmıştır.
Bölgesinde büyük devlet, lider devlet olmaya niyetli Ankara, iç sorunlarını öncelikle çözümlemelidir.
DEMOKRASİ AMA
“Demokrasi” kusursuz değil. Onun da zayıf yanları var. Ama demokrasiden daha iyisi de yok.
Daha iyisi bulunana kadar “demokrasi” diyoruz. Ve demokrasiyi savunuyoruz.
BDP, yakında genel seçim var diye bundan istifade edip hükümeti sıkıştırmıyor mu?
Sıkıştırıyor.
Hükümet de bu seçimi düşünüp, BDP’ye ve onun sözcülerine olması gerekenden daha müsamahakâr davranıyor.
Bu demokrasinin zaafı sayılmaz mı?
Misaller çoğaltılabilir. Ama yerimiz kısıtlı.
Bir sözümüz var, onu hatırlayalım, “gülü seven, dikenine katlanır”.
Biz demokrasiyi seviyoruz.
Bu ne sevgi ah...
Basın fotoğrafları sergisi açıldı. On gün sürecek...
47 yılım, daha doğrusu hayatım basında, Milliyet’te geçti. Hem de yazı işlerinde. Yani on binlerce fotoğraf gördüm. Ya, “atladık” diye üzülerek ya da “atlattık” diye sevinerek... Bir arkadaşımız, “hayvan seven ve koruyan” hanımların bir salondaki toplantılarına gitmişti ve bir fotoğraf çekmişti. Bu fotoğrafta bir hayvansever hanımın sandalyesinin arkasında asılı kürk mantosu görülüyordu...
Gazete fotoğrafçılığı, herkesin görmediğini görmek, burada olduğu gibi varsa çelişkiyi saptamaktır.
İşte bu fotoğrafçıya gazeteci denir.
RESMİ TARİH
Her devlette var
TV’de bir tartışma programı vardı. Bir profesörümüzün sözleri bana ilginç geldi.
Bunlar diğer katılımcıların görüşlerine karşı söyleniyordu. Belki biliniyor ama tekrarda fayda var.
“- Türkiye’de bugün de devrim ve karşı devrimciler var.
- Sevr uygulansaydı bugün Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet yoktu.
- Türkiye’nin, ABD gibi, Fransa gibi, İngiltere gibi özgüveni bugün henüz yok.
- Resmi tarih her ülkede vardır. Yoksa çocuklar ruh hastası olur.
- Mesela ABD, “biz Kızılderilileri kestik, zencileri öldürdük” mü diyecek? Fransa “Cezayirlileri kestik” mi diyecek? İngilizler, “Hintlileri kestik” mi diyecek. İsveçliler toptan imhalarını itiraf mı edecek?
Hayır.
Öyleyse resmi tarih vardır.
Hem de her devlette.”
HİLELİ GIDA
Cezaya bak, farkı gör
Ben kendimi bildim bileli halka hileli yiyecekler yedirilir ve hijyen kurallarına dikkat edilmez.
Arada sırada bir iki fırın denetleme görüntüsü TV’lerde yer alır o kadar.
Bu hileli yiyeceklerden milyonlar kazananlar ve sağlık kurallarını hiçe sayanlarla etkili bir şekilde mücadele edilemez.
Onlara, “ne yapsak vız geliyor” diyorsanız, o kişilere verilen cezaları arttırsanız olmaz mı? “Onlar bundan anlar” diyerek hapis cezası da öngörseniz olmaz mı? Ayrıca, hile yapan müesseseler süresiz kapatılamaz mı?
Geçenlerde aynı gazetede iki haber vardı. Biri bizden, biri Almanya’dan.
Bizdeki, “hileli kaşar”dan söz ediyordu.
“Kırmızı bibere kiremit tozu, zeytinyağına kanola, dönere tavuk derisi, ekmeğe karbonat, yoğurda jelatin ve kıymaya tavuk eti karıştıran uyanıkların yeni bir hilesi daha ortaya çıktı. Kaşar.
Sektörün önde gelen temsilcileri, özellikle kaşar ve yoğurda palm yağı ile iç yağının da karıştırıldığına dikkat çekerken, Tarım Bakanlığı’na denetimleri artırma çağrısında bulunuyor. “Tarım Bakanlığı’na çağrıda bulunuluyormuş. Laf. Demek ki bu peyniri halk yiyiyor ve yiyecek... Oysa Almanya ile ilgili haberde tavuk ve hindi çiftliklerinde hayvanlara insan sağlığına aykırı maddelerin de karıştırılarak yem olarak verildiğinin saptandığı yazılıyor. Ve bin tavuk çiftliğinin kapatıldığı, on binlerce tavuğun ve yumurtanın imha edildiği bildiriliyor.
Cezaya bakın, “bin tavuk çiftliği kapatılıyor”.
Batı’nın bizden farkı işte bu.
ELEŞTİRİ AMA
Bir film, bir dizi
İki film Türkiye’yi allak bullak etti.
Önce Said Nursi filmi üzerine yapılan tartışmaların aşağı yukarı hepsini dinledim ama filmi henüz görmedim. O yüzden bu film konusunda konuşmayacağım.
İkincisi bir dizi. TV’de birinci bölümü yayınlanınca sanki Türkiye ayağa kalktı. Oysa dizinin daha başındaydık. İkinci hatta üçüncü kısmını eleştiri için bekleyemez miydik?
Bu bize, her konuya objektif değil de ideolojik gözle baktığımızı göstermiyor mu?