TÜRKİYE'de her kafadan bir ses çıkıyor.
Bremen mızıkacıları gibi...
O kadar çok inançsız, sonuçsuz, laf olsun diye laf ediliyor ki, söylenenlerin değeri kalmadı.
Bu kargaşa arasında Mesut Yılmaz iktidar olmanın gereklerini şöyle veya böyle, nasıl yerine getiriyor şaşmamak imkansız.
Başkası olsa bırakır gider, "Ne haliniz varsa görün" der...
Bazılarının "Nerede o günler?" dediğini duyar gibiyim...
Ama Türkiye'nin istikrara kavuşması, onun gitmesiyle sağlanabilecek olsa bu temenniye katılmamak mümkün olmaz.
Ama nerede?..
* * *
MECLİS tatile girmeye hazırlanıyor.
Konular, reform denen şeyler hayal olmak üzere...
Seçim ve Partiler Yasası'nı, sistem değişikliklerini ağzına alan yok.
"Bu Meclis sanki bir kurucu meclis gibi ömrünü sürdürse de Türkiye'nin altyapı değişikliklerini ele alsa" diyenler hayal kırıklığı içinde...
Peki siyasi partiler ve liderler neyle meşgul?
Cumhurbaşkanı; başkanlık sistemi diye diye dolaşıyor: "Mutabakat beni bağlamaz"ı mutabakat gününden beri tekrar edip duruyor. Hem yurt dışında, hem yurt içinde konuşuyor, konuşuyor. Ama siyasiler nezdindeki, siyasetteki etkinliği aşındı.
Onu dinleyen yokmuş gibi bir hava var.
Oysa belki de tek güvenilecek politikacı o kaldı...
Yılmaz, hem iç ortaklarla mücadelede, hem dış ortak yüzde onluk Baykal'la.
Başbakan, Baykal'la vardığı uzlaşma için:
"Mutabakata ortaklarımın bazı itirazları var, ancak bana destek vereceklerini söylediler" derken küçük ortak DTP'nin lideri Cindoruk aynı anda "Bu uzlaşma ucubedir" diyor.
Dış ortak Baykal hem destekçi, ama hem de "iktidar ortaklarının meydana getirdiği blokun Refah blokundan farkı olmadığını" söylüyor.
Tutumu mu, sözleri mi samimi; destek mi samimi, eleştiriler mi gayri samimi; yoksa eleştiriler samimi, destek mi gayri samimi; yoksa ikisi birden mi gayri samimi anlamak mümkün değil. Ama bu anlaşılmazlar bir de imza ile tasdiklenebiliyor...
O arada Yüce Divan'a gitmesi ve bitmesi beklenen Çiller'in, transferlerle güçlenme atağında olduğu görülüyor.
Hem de öyle transferler ki, içlerinde Cavit Çağlar var, Yıldırım Aktuna var, Sedat Aloğlu var, Mehmet Köstepen, Hasan Peker, Turan Arınç ve daha başka milletvekillerinin isimleri var...
Bu manzaradan ne çıkar?
Bütünleşme mi, kalkınma mı, Türkiye'nin dışa karşı etkinliği mi, istikrar mı, demokratikleşme mi?
Kaos mu?
* * *
BU manzarayı ortaya koyunca bazılarından şu tenkit de gelebiliyor:
"Eleştirmeyin, çözüm gösterin."
Eleştiri olmazsa çözüm nasıl olacak? Eleştiri bizatihi çözümün anahtarı sayılmaz mı?
Eleştiri otomobilin farı gibidir, şoföre yol gösterir. Tabii şoför kör değilse.
Üstelik iyi gitmeyen, sorunlu konulara çözümü kim bulacak?
Çözüm makamı belli; Meclis, hükümet, iktidar, yönetim, siyaset...
Ama onlar o kadar günlük ve çoğu şahsi konularla boğulmuş durumdalar ki, etraflarını görecek halleri yok.
Bakın basit ama anlamlı bir örnek:
Mersin Emniyet Müdürü, emrindeki bir polis memurunun yerini değiştirdi.
O memurun eski yerine iade edilmesini telefonla isteyen milletvekiline de Emniyet Müdürü "hayır" demişti.
O hatırlı milletvekili de İçişleri Bakanı'nı kullanıp müdürü görevden aldırmıştı.
İdari yargı, müdürü göreve iade etti.
Ama aynı gün, daha müdür göreve başlamadan, üçlü kararname ile yeniden görevden alındı.
Hem de kararnameyi İçişleri Bakanlığı'na vekalet eden Adalet Bakanı yıldırım hızla hazırlatarak.
Oysa o Adalet Bakanı hızlı hareket etmesi gereken mesela, "irtica yasaları" konusunda, mesela "cezaevlerindeki rezaleti de aşan skandallar" konusunda hiç de aynı hızı ve heyecanı göstermezken.
Üstelik Emniyet Müdürü hakkında hiçbir yasal soruşturma, aleyhte rapor vs. olduğu açıklanmamışken.
* * *
BU kargaşa arasında vatandaş da "hiç üzülme her şey yolunda gidiyor, işte bak enflasyon da düşüyor" gibi gazlarla uyutulmak isteniyor...
Allah sonumuzu hayır etsin...
Yazara E-Posta: D.Heper@milliyet.com.tr