ABD, Rusya, Almanya, Fransa yaparsa göz yumulabilir, ama başka ülkeler yaparsa kabahattir.
Uluslararası çifte standart var.
Kuvvetin, gücün meşrulaştırdığı bir çifte standart.
Nükleer denemeleri Fransa yaparsa meşru. Pakistan yaparsa gayri meşru.
Üstelik Fransa'nın yaptıkları daima başka ülkelerin ortasındaki denizlerde, sularda olduğu halde.
Ve Pakistan için Hindistan gibi bir tehlike varken, Fransa için böyle bir tehlike olmadığı halde...
Şimdi, Ermenileri Türkiye'ye karşı kışkırtmak için eski defterleri karıştıran da aynı Fransa.
İlişkilerin en iyi olduğunu zannetiğimiz anda Ankara'yı sırtından hançerlemeye kalkan Paris.
Tarihin hükmüne tevdi edilmiş bir olaylar dizisini Türkiye aleyhine canlandırmak Ermenistan'ın lehine mi, alayhine mi?
Her teşebbüste bir fayda ummak en rasyonel davranıştır. Peki Fransa'nın bu ukalalığı Türkiye'ye mi, Fransa'ya mı, yarar sağlayacak?
İnsan hakları konusunda da öyle. Zaman zaman insan hakları şövalyesi kesilen o Almanya değil miydi terörist dediği 7 adamı birden hapishanede aynı gece aynı anda öldürüp, intihar ettiler diye ilan eden.
Amerika her gün adam asıyor, idam ediyor. Ama başkaları söz konusu olunca, mesela Türkiye söz konusu olunca "idam çağ dışı bir cezadır, kaldırın" baskısı geliyor.
ABD için çağdaş sayılan, Türkiye için çağ dışı sayılıyor. Gücün verdiği hak bu...
* * *
AMA; "kötü örnek emsal olmaz" diye de mecelle hükmü var.
O hükme uyacaksak, o kurala itibar edeceksek, biz yine o güçlülerin yanlışlarına göre değil, yolumuzu çağdaş anlayışa, evrensel kurallara, vicdana paralel çizmeliyiz.
Güçten doğan haksızlıklara, çifte standardlara rağmen doğru olanı yapmak, söylemek onların yanlışına düşmemek bizim görevimiz olmalı.
Yani doğruyu her şeyden önce kendimiz için savunmalıyız.
Bunun son örneğini deniz ürünlerimizle ilgili olarak Avrupa Birliği'nin aldığı kararda yaşadık.
Boykot kararı aldılar.
Önce bir Türk vatandaşı olarak ben de kızdım. Art niyetli bir karar olarak algıladım.
Ama sonra TV'de bir program izledim. Kanaatim değişti.
Doğruya doğru, eğriye eğri...
* * *
RÖPORTAJ İstanbul'da Kumkapı'daki balık halinde yapılıyor.
Balıklar yerlerde, ayak altında. Kesilen, biçilen, kan içinde olanlar da var.
Balıkhane çöplük gibi. Yerler kazılmış, çamur diz boyu.
Ve röportajı yapan muhabir balıkçı esnafıyla konuşuyor.
Anlıyoruz ki, Avrupa Birliği heyeti üç ay önce buraya gelmiş. Balık halindeki hijyen koşullarının facia olduğunu görmüş. Uyarmış. Ama bizimkilerin umurunda olmamış. İstanbul'un göbeğinde, hem Avrupa'ya hem kendi insanımıza sağlık kurallarından uzak deniz ürünü yedirmeye devam etmişler.
E sen temizlik kurallarına bu kadar meydan okursan, elin yabancısı da senin mikrobuna eyvallah demez.
Herkes zavallı Türk tüketicisi değil ki.
Adamlar kendi ülkelerinde kendi tüketicilerine kokoreci, işkembeyi bile yasaklayan bir anlayışa sahip...
Balık halindeki TV röportajında bir balık toptancısı, "AB temsilcilerinin tahta kasaları beğenmediğini, onun yerine plastik kasa kullanılmasını istediklerini" belirtiyor.
Ve "plastik kasa maliyeti artırıyor. Onun için tahta kasaya devam ediyoruz" diyor.
21. yüzyılın eşiğinde insan sağlığını, temizliği, hijyeni tahta kasa ile plastik kasa arasındaki maliyet farkına kurban eden bir anlayış Avrupa'yla yarışamaz.
Adamlar boykot edince haksız da sayılmazlar.
* * *
HAKLI olduğumuz konularda kendimizi savunacak gücümüz yok.
Haksız olduğumuz konularda düzeltmeler yapacak irademiz yok...
Yazara E-Posta: D.Heper@milliyet.com.tr