Kaçak yapılaşma, gecekondulaşma aslında bir sonuç, plansız, programsız göçün sonucu.Su baskınlarının yol açtığı felaket de göçle geldi.Bugün şehrin nüfusu nereden başlıyor belli değil. Çünkü İstanbulun sınırları belli değil.Önüne gelen yeni yeni mahalleler, semtler yaratıyor. Her yıl 400 bin, 500 bin yeni insan İstanbul denilen araziye gelip sere serpe yayılıyor. Dere içlerine ev yapıyor. Dur diyen çıkmıyor. Sonra tartışma başlıyor; altyapı ve hizmet yetersizliği tartışması. Ve adaletsiz bir paylaşım. Yani bazılarının vergisiyle, hak hukuk tanımayan bazılarına altyapı ve hizmet götürülmesi. Planlı programlı bir şehirleşmede, altyapısı hazırlanmayan yerleri iskâna açmak, keyfi genişlemeye imkân sağlamak mümkün müdür?Çağdaş şehircilikte şehirlerin sınırları bellidir ve yatağı yorganı sırtlayıp ben buraya yerleşeceğim diyenlerin hatırı için şehir büyümez, genişlemez.* * *Siyaset de İstanbulun kamburlarından biri. Yeşil alanların, politik nedenlerle talanına yıllarca göz yumuldu. Kanunlar çıkartılarak da yağma pek çok kez meşrulaştırıldı.İstanbul, kapanın elinde kaldı. Rüşvetle bütünleşen demokrasi de bu yozlaşmada rol oynadı. Nüfus artışına göre idari sınırlar, yetki alanları genişletilmeyince pek çok yerleşim alanı kontrolsüz kaldı. Çarpık yapılaşma; politikacılar, yerel yöneticiler, bürokratlar eliyle yaratıldı.* * *İstanbulun nüfusu 1980 yılında 4 milyon 750 bindi.1990da 7 milyon 700 bin.1995te 9 milyon.Bugün 12 milyon.Belediye Başkanı iken Tayyip Erdoğanın İstanbulda en büyük başarısı göçü önlemek veya yavaşlatmak olabilirdi.Bunun kesin çaresinin "vize" olduğunu bildiği ve söylediği halde sonradan vazgeçti.İş ve konut edindiğini kanıtlamayanlar ellerini, kollarını sallayarak İstanbulda yerleşmeye gelememeliydi.Belki de Refah Partisi oy hesabıyla Tayyip Erdoğanı bu teşebbüsten vazgeçirdi. Ama doğru yapmadı. Bu konuda gerekçe olarak da hep "eşitlik ve adalete aykırılık" öne sürüldü. Oysa bu gerekçe, popülist bir davranıştan başka bir şey olabilir mi?Yıllarca iktidar veya iktidara şöyle veya böyle ortak olanlar vatandaşı kendi yerinde, şehrinde, köyünde mutlu edemeyip göçe mecbur ediyor; sonra da bu insanların ve göç ettikleri yerin perişan olmasını savunuyor. Bunu da eşitlik ve adalet bahanesiyle yapıyor. Bunu akıl alır mı?İşte bu yanlış tutum İstanbulu kaçak yapılar cenneti, gecekondu cenneti yaptı.Önlem; plansız göçe engel olmaktır.Sakinlerini toplu konutlara taşıyıp gecekonduları yıkmaktır. İstanbuldaki su baskını içine doğmuş gibi Başbakan "Kaçak binaları hiç acımadan yıkın" demişti. Bener Cordan ismi Milli Eğitimle bütünleşmişti. "Her ölüm erken ölümdür" ama onunki en verimli çağında olduğu için gerçekten de erken sayılır. Kendisini "üniversitede ikinci öğretim"i bu köşede önerdiğim zaman tanıdım. Bakan Köksal Toptan bu önerime olumlu bakmıştı. Cordan da gerçekleşmesi için gayret sarf etti. Böylece on binlerce genç için ek üniversite kapısı açılmış oldu. CORDAN VE 2. ÖĞRETİM MİT, YARGI Çok vahim bir olay Milliyet sayesinde gözler önüne serildi.Çakıcı konusunda Yargıtay Başkanı ile MİT ilişkilerinin yasal kalıplara uymadığı, teammüllerin dışına çıktığı görüldü.Olayın vahametini, aktörlerinin çelişkili sözleri de artırdı.Bu ilişkiler trafiği hem yargının hem MİTin saygınlığı ve güvenilirliği açısından sakıncalı. Bu nedenlerle bu karışık ilişkiler yumağının acele aydınlığa kavuşturulması gerekiyor.Milliyet görevini yaptı, yapıyor.Şimdi sıra Yargıtayda ve Başbakanda. Geç kalınmamalı. Karara doğru ilk adım ABD İLE Irakın ABD kukla başkanı Gazi El Yaver "Bağdatın Türkiyeye vize uygulayacağını" söylüyor. "İç işlerimize karışmayın" anlamına gelen sözlerle de adeta Ankarayı azarlıyor.Hani bölgenin en güçlü, en prestijli, en etkin ülkesi Türkiye idi.Yaverin tutumu Türkiyenin dış politikasının perişanlığını gösteriyor. ABD korumasındaki Kuzey Irak Ankaraya meydan okuyor. Kerkük gitti gider.Şoförlerimiz Bağdat yolunda öldürülüyor, tedbir alan yok.PKK Irakta ABDnin kanatları altında terör pazarlıyor.Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz geçen gün "Her şeye rağmen Türkiye ile müttefikiz" demişti. Aslında bunu "Her şeye rağmen ABD ile müttefikiz" diye Ankaranın söylemesi daha yerinde olurdu. Her şeye rağmen... HAKKÂRİ TV spikerlerinin Türkçeyi en iyi telaffuz eden kişiler olduğu kanısı vardır. Böyle de olmalıdır. Ama son zamanlarda buna pek de dikkat edilmiyor. Özellikle haber spikerlerinin birçoğu Allaha emanet.Pazar akşamı "Kanal D"de görüntüsü de, telaffuzu da çok güzel bir genç hanım spiker vardı. Tüm haberler boyunca yalnız "Hakkâri"yi iyi telaffuz edemedi o kadar."Hakkâri"nin telaffuzunun bende de anısı var.Yıllar önce lise bitirmede sözlü coğrafya sınavında her şey yolunda gitti. Ama sınav heyeti başkanı hocam "10 verecektik ama Hakkâri"yi bozuk telaffuz ettin onun için 9 alıyorsun" demez mi?..Türkçeye bu kadar önem veren hocalar acaba hâlâ var mı? dheper@milliyet.com.tr Ve spikerlerimiz