Türkiye huzur bulmaz. Daha doğrusu, böyle giderse, bulmaz veya zor bulur.
Bakın son olaya. Özetleyelim.
“Askeri vesayet kalktı”, dendi.
Bu iyi. Demokrasi bunu gerektirir.
Ama bazıları bu cümleye karşı şunu ileri sürdü. Cumhuriyet’i ordu kurdu, yani kuruluş iradesi askerlerindi.
Ve bu irade Cumhuriyet’i koruma ve kollama görevini de orduya verdi.
Çünkü bu görevi görebilecek, teşkilatlı, eğitimli başka bir grup yoktu, güç yoktu.
Peki ordu kime karşı Cumhuriyet’i koruyacaktı?
Eski padişahlık rejimine dönmek isteyenlere karşı.
Laikliğe karşı olanlara karşı.
Şeriat özlemcilerine karşı.
Yurdun yüzünü Batı’ya dönmesini istemeyenlere karşı.
Ordu, bu görevi yerine getirsin diye birçok madde de konuldu.
Mesela 35. madde.
Ama bazı askerler bu görevi, bu imkanları ordu adına çeşitli zamanlarda istismar ettiler.
27 Mayıs’ta olduğu gibi.
Ama ordu genelde laikliği hep ayakta tutma mücadelesi verdi.
Ve laikliği ayakta tuttu.
Şeriat devleti geri gelmediyse ordu ve onun gibi düşünen aydınlar sayesinde oldu.
Yani ordunun kabahatleri, sevapları yanında azdı.
* * *
Şimdi Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne aşağı yukarı 100 yıl geçti.
Artık demokrasi yerleşmeli.
Askeri vesayet kalkmalı.
Kalkan askeri vesayet yerine sivil vesayet de olmamalı.
Bunun yarısı oldu, yarısı olmadı.
Yani askeri vesayet kalktı ama onun yerini sivil vesayet aldı.
Bu savunulabilir mi?
Hayır.
Bu demokrasi mi?
Hayır.
* * *
Gelelim bu girişten sonra Balyoz davasına.
Bu dava nedeniyle ortaya çıkan en önemli soru şu oldu: “Türkiye’de rövanş olur mu?”
Ama, her olaydan sonra, o olay nedeniyle kendilerini mağdur sayanlar rövanş almaya kalkacaksa Türkiye yandı demektir.
Bu Türkiye’nin çökmesi anlamına gelir.
Öyleyse rövanşa meydan vermemek yöneticilerin görevidir.
Bunun için de artık bir beyaz sayfa açmak, eski olayları unutmak, eski olayları tarihin sayfalarına gömmek lazımdır.
Yoksa bunun sonu gelmez.
Rövanş rövanşı izler ve bundan 75 milyon, yani tüm Türkiye zarar görür.
Kalıcı huzur bir türlü sağlanamaz.
Bu sorumluluk bugün, her imkan elinde olan Başbakan Tayyip Erdoğan’dadır.
O, “Genel Af”fı düşünmeli, gerçekleştirilmeli..
Ve Türk tarihinde yeni bir sayfa, beyaz sayfa açmalı. Açmalı ki artık kimse rövanşı düşünmesin...
DEMOKRASİ Mİ HAKSIZLIK MI?
Ergenekon’da yani Silivri’de ilk toplu sonuç alındı. Bu “Balyoz Davası” idi.
Bu davada 365 sanık yargılandı. Bunların 250’si askerdi. Ve 36 kişi beraat etti, gerisi çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.
Verilen cezalar genellikle çok bulundu.
Ama bu yüksek bulunan cezaları savunanlar da vardı. Öyle olmasaydı bir büyük gazetemiz mahkeme sonucunu duyurmak için “Yaşasın Demokrasi” diye bir başlık atar mıydı?
Oysa, bir başka gazetemiz olayı “Haksızlık diz boyu” diye vermişti.
Ben de cezaları çok bulanlardanım. Ve bu kadar çok kişinin mahkum olmasını mahkemelerin bağımsızlığı ile bağdaştıramayanlardanım.
Hukuka uymak
Gerektiğinde asgari müştereklerde birleşebilmek.
Ama buna yanaşan yok.
Sineklerle uğraşırken bataklık unutuldu. Politikacılar teferruat içinde boğuldular, ana konuları gündeme getirmekten uzaklar.
Bu nedenle de önemli sorunların çözümü geri kalıyor. Tesadüfen, işini seven bir yetkili, göreve gelirse bir şeyler yapıyor. Çözümler kişilere bağlı kaldığı için kopukluklar oluyor, sonuç alınamıyor.
Güçlü olmanın belki de en önemli şartlarından biri de hukuka dayanmak. Hukukun üstünlüğünü geçerli kılmak ve bizatihi ona uymak, herkesi ona uyar hale getirebilmek.
Bugün Türkiye’de hukukun üstünlüğünden söz etmek mümkün mü?
EN İYİSİ
Yarı başkanlık
Önümüzde 3 seçim var. Ama en üzerinde durulan Cumhurbaşkanı seçimi.
Ve bugüne kadar iki kişinin adı adaylık için geçiyor.
Birinci isim Tayyip Erdoğan, gölge isim Abdullah Gül.
Başka konuşulan isim yok, ama seçime daha çok zaman var. Adaylık için “Gün doğmadan neler doğar” demek yanlış olmaz.
Adayları geçelim. Çünkü daha çok sistem konuşuluyor.
Parlamenter sistemin cumhurbaşkanını mı seçelim, başkanlığı mı, yarı başkanlığı mı tercih edelim.
Münakaşa bu. Ve bu münakaşa sürüp gidiyor.
AKP’nin büyük ekseriyeti başkanlık sistemi istiyor.
Çünkü Tayyip Erdoğan başkan olma arzusunda.
Ama Erdoğan başkan olursa bugünkünden daha çok yetkileri mi olacak?
Hayır.
Bugün onun yetkileri ABD başkanında bile yok.
O ne derse o olmuyor mu?
Bana sorarsanız Türkiye’de olması gereken “yarı başkanlık” sistemidir. Bu sistemlerin ne olduğunu birkaç kez bu köşede yazdık, anlattık.
Yine sonucu tekrar edelim. “Yarı başkanlık” sistemi bizim için en iyisidir. Düşünün, hatırlayın, bakın...
KÜRTÇE
Seçen az
Yeni eğitim sisteminde bu yıl 5’inci sınıflardan itibaren verilecek olan seçmeli dersler arasında yer alan Kürtçeye Diyarbakır’da ilginin düşük kaldığı ortaya çıktı. Merkez Bağlar, Kayapınar, Sur ve Yenişehir ilçelerinde 5’inci sınıfa kayıt yaptıran çocukların ancak yüzde 10’unun seçmeli dersleri tercih ettiği, bunların da yüzde 1’inin Kürtçe olduğu kaydedildi.
Eğitimciler Kürtçe dersinde olası öğretmen sıkıntısına da dikkat çektiler.
Yoruma gerek var mı?
İSTANBUL
İyiler, kötüler
İyi şeyler de oluyor.
Ve bunlar insana küçük de olsa mutluluk veriyor. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül çok yararlı bir çalışma başlattı. Çirkin panolar, tabelalar, levhalar binaların yüzünden söküldü.
Yıllardır bu durum eleştiri konusuydu ama nedense üzerinde durulmazdı.
Adamsendeciliğin sebebi zevksizlik, özensizlik olabilir, oy hesabı olabilir, rüşvet olabilir.
Sebep ne olursa olsun görüntü kirliliğine göz yuman anlayış hiç olmazsa Şişli’de iflas etmiş demektir.
Tabelalardan sonra yapılardan salkım saçak sarkan klimaların çirkin görüntüsüne de son verildi, çoğu kaldırıldı bile.
Aynı anda boyasız binaların boyatıldığı da görülüyor.
Olay, modern şehircilik anlayışının bir noktadan da olsa İstanbul’a girdiği müjdesini verdiği için sevindiricidir...
Bunları 2000 yılında söylemişiz. Ama şimdi yani 12 yıl sonra Taksim gezisinin altındaki dükkanların acınacak halini görünce ne diyeceğimi bilemiyorum.