Soğuk kış günlerinde kar yağışıyla beraber ortaya çıkan nefis kar manzaraları bizi kendine doğru çeker. Hiç de yaşa başa bakmadan kartopu oynayıp kardan adam yapmak isteyebiliriz. Bunların tersine evimizin önünde ya da arabamızın üzerinde biriken karları temizlemek zorunda kalabiliriz. Hiçbirini yapmasak da kar üzerinde yürümek zorunda kalabiliriz. Bu yürüyüş normal şartlarda yapılan yürüyüşe göre daha da zorlayıcı olacaktır. Tüm bu aktiviteler soğuk havada yapıldığı için diğer zamanlara kıyasla kalbi çok daha fazla yorabilir.
Bir dostumuz, eşimiz, akrabamız endişe içindeyse onu rahatlatmak için “Sen içini ferah tut” deriz. Olaylara karşı soğukkanlı davranmak da kalbi olumsuz etkileyecek tepkilerden korumaya yardım eder. Buradaki serinlik, kalbi koruyan türde ve mecazi anlamdadır. Oysa kalbimiz soğukta kalmayı pek sevmez.
- Soğukta damarlar büzülür
Soğuk havanın etkisi ile vücuttaki damarlarda tıpta vasokonstrüksiyon dediğimiz büzülme ve daralma ortaya çıkar. Bu tepki, vücudun ısısını
Bir süredir bu ismi özellikle de kremlerde, kozmetik ürünlerde çok sık görüyoruz. Aslında cilt güzelliğine ve genç görünüme katkısı ile tanınmış coenzim Q 10’in bundan çok daha önemli ve vücut için faydalı daha birçok farklı mahareti vardır. Yağda çözünen ve vitamin benzeri olan bu madde hücre içinde önemli görevler üstlenmiştir. Adından da çağrışım yapacağı gibi enzimlerle bir arada çalışır. Asıl işi enerji üzerinedir. Hücre içinde enerji üretiminden sorumlu organel olan mitokondrinin içinde yer alır. İnsanda her hücrede mitokondri bulunduğu için bununla beraber tüm hücrelerde de coenzimQ10 bulunur. En çok bulunduğu yer kalp hücreleridir. Kas hücrelerinde de bol miktarda vardır. Kalp hastalarında, kas erimesi olanlarda coenzimQ10 düzeyinin de düşük olduğu gösterilmiştir.
Coenzim Q10 ilk olarak 1957 yılında Dr. Frederick Crane tarafından sığır kalbinin mitokondrisinden izole edilmiştir. Yapılan araştırmalarda hücre elektron
Kovid- 19 enfeksiyonu damlacık yolu ile bulaşan bir üst solunum yolu enfeksiyonu şeklinde başlamış olsa da hatta daha ileri gidip alt solunum yollarına inerek bir akciğer enfeksiyonuna sebep olsa da aslında yaptığı en vurucu etkilerden birini kalp ve damar sistemi üzerinde gösteriyor.
Koronavirüs damar iç yapısını etkileyebiliyor
Kovid-19 enfeksiyonuna yol açan yeni koronavirüs insan vücudundaki ACE-2 reseptörüne yapışarak hücreye giriyor. Bu reseptör de vücutta en çok damarlarda damarın iç yüzeyini döşeyen endotel adını verdiğimiz duvarda var. Damarlar da vücudumuzda her yeri bir ağ gibi sarmış olduğundan virüsün de tüm vücudu nasıl etkilediğini tahmin etmek hiç de zor değil. Damarlarımız bütün organlarımıza girer çıkar onlara besin, oksijen taşır. Ayrıca virüsün yapıştığı bu reseptörler, akciğerler, solunum yolu, böbrek, mide, bağırsak sisteminde de bol miktarda mevcut. Virüs bu bölgelerdeki reseptörlere yapıştığı zaman, örneğin burunda tıkanıklık, tat-koku kaybı, akciğerde yaygın hasar, bağırsaklarda
Selenyum (Se) ilk kez 1817 yılında Jöns Jakob Berzelius ve Johan Gottlieb Gahn tarafından bulunmuş ve ilk olarak Schwartz ve Foltz tarafından da 1957 yılında da esansiyel eser element olarak tanımlanmıştır.
Vücudumuzun gerek duyduğu minerallerden olan selenyum ayrıca uçak malzemesi, cam, plastik ve ilaç üretimi gibi pek çok alanda da kullanılır. Selenyum ışık enerjisini kullanılabilir bir elektrik enerjisi formuna dönüştürebildiği için güneş pillerinin üretiminde de kullanılır. Aynı zamanda seramik sanayi ve pirinç yapımında, baskı ve kopyalama sanayisinde de kullanılır. Hatta selenyum tüm bunların yanında patlayıcı madde malzemesine de dönüşebiliyor. Biz burada vücudumuzda kullandığımız selenyumdan bahsedeceğiz. Gelin bu sefer de selenyum ne işlere yarıyor eksikliğinde neler oluyor beraber bir bakalım.
Selenyumun coğrafi bölgeye göre eksikliği olabilir
İnsanlar için, selenyum almanın temel yolu yiyecek ve su ile olur. Alınan miktar da tüketilen gıda ve suyun içerdiği orana göre değişir. Bu yiyeceklerin ve suyun içerdiği selenyum miktarı da
Paslanmamızın meşhur faili serbest radikaller birçok sistemik ve kronik hastalıkta olduğu gibi yaşlanmada da başrolü paylaşıyor. Hücre içindeki enerji istasyonlarımız mitokondriler harıl harıl çalışıyor iken, şeker ve yağ asitlerinden enerji üreteyim derken bu fabrikanın bacasından çıkan serbest radikallerle de bir yandan ortamı zehirler. Tek elektronu eksik şekilde ortalığa deli gibi saldıran bu yan ürün sağdan soldan elektron kapmaya çalışan gözü dönmüş azılı bir hırsız gibidir. Hücre zarına, RNA ve DNA’ya saldırır. Zarar verir, hücrenin yapısını bozar. İşte burada tehlike çanları çalar. Çünkü oksidatif stres adı verilen bu saldırı altında kalan ve yapısı bozulan hücre, kanser başta olmak üzere bazı otoimmün, kronik, sistemik hastalıklarla karşı karşıya kalır. Bu paslanmanın en hafif sonucu da yaşlanmaktır.
Antioksidanlar bu paslanmayı geciktiren, önleyen elemanlardır. Dolayısıyla hem sağlık için faydalı hem de genç kalmak için önemlidir. Bugün bunların içinde adı daha az duyulmuş bir tanesinden
Her yeni yıl başlangıcında, iyisiyle kötüsüyle biten bir yılın ardından her birimiz kendimize bazı sözler veririz. Birtakım kararlar alırız. Bu kararlar ya da dilekler her zaman olumlu yöndedir. İyi yöndedir. Ama her zaman da sağlık ön plandadır ve olmalıdır da.
Dilerseniz gelin yeni yıla birkaç gün kalan şu günlerde bir yıl daha yaşlandığımızı düşünmek yerine bilimin bize sunduğu imkanlardan faydalanarak nasıl daha sağlıklı, daha genç ve güçlü olabiliriz ona bir bakalım.
Hücre yenileme teknolojisi
İnsan vücudu mükemmel bir şekilde zamanın akışına göre programlanmıştır. Bu programlanma yaş almayla beraber gerçekleşen yaşlanma sürecidir. Ancak bu süreci hızlandırmak da yavaşlatmak da insanın kendi elindedir. İşte tam burada vücudunuza nasıl baktığınız ne yediğiniz, ne içtiğiniz, nasıl yaşadığınız, ne kadar ve nasıl uyuduğunuz, kendiniz için neler yaptığınız büyük rol oynar.
Gençleşmek ya da genç kalmak herkesin hayali bilim de bu yönde her geçen gün daha da ileri giden çalışmalarla ilerliyor.
Birçoğumuz ışığın sağlığımıza olan etkisinin ne kadar önemli olduğunun farkında değildir. Işığın uykumuza, hafızamıza, öğrenme kapasitemize, ruh halimize ve bağışıklığımıza yaptığı etkiler hayatımızı önemli derecede etkiler.
Gözümüze bir ışık hüzmesi geldiğinde bu ışık göz retinasına düştükten sonra sinir sistemi aracılığıyla beynimizin içinde hipotalamus olarak adlandırılan bölümünde bulunan suprakiazmatik çekirdek (SCN) olarak isimlendirilen bölgeye ve epifize iletilir. Beynimize kadar ulaşan bu ışık böylece beyne “gündüz” veya “gece” bilgisini de iletmiş olur. Bu şekilde 24 saatlik bir döngüye sabitlenmiş biyolojik saat, vücuda çeşitli sinyaller göndererek temposunu ayarlar, yani ışık vücudun biyolojik saatini kontrol ederek sirkadiyen ritmi düzenler. Bu ritm böylece vücudumuzda hormon salgılanması, vücut ısısının ayarlanması, uyku-uyanıklık döngüsünün kurulması gibi faaliyetlerin belli periyodlarda olmasını sağlar. Işık, aynı zamanda vücuttaki temel görevlerinden biri
Genlerimizde taşıdığımız özellikler nesiller boyu taşınarak kuşaktan kuşağa iletilir. Bu genetik miras bazen çok olumlu özellikleri taşır. Bazen de hiç istenmeyen hastalıkları. Yani hem bir şans hem de bir şanssızlık kaynağı olabilir. Genetik olarak şanslıysanız ne mutlu size. Ama genlerinizde sizi ileride bazı hastalıklara örneğin kalp hastalıklarına götürecek özellikler varsa da hiç üzülmeyin ancak farkında olun, önlemlerinizi iyi alın, eğer gerekiyorsa tedavinize de erkenden başlayın.
Kalp ve damar hastalıkları büyük oranda önlenebilir ve tedavisi mümkün hastalıklar grubuna girdiği halde yıllardır dünyada birinci ölüm sebebi olduğu için bilim insanları da dur durak dinlemeden bu konu üzerine yoğun çalışmalarına devam ediyor. Kalp damar hastalıklarının risk faktörleri malum. Bir kısmı değiştirilemez olsa da büyük çoğunluğunu ortadan kaldırmak ya da kontrol altına almak da mümkün. Koruyucu kardiyoloji adı altındaki bu hayat kurtarıcı yaklaşım son derecede önemlidir.
Tüm bunların yanında hep sağlıklı beslenip, spor