İklim krizi su göçlerini gündeme getirirken uzmanlar, Türkiye’de şehirleşmenin yoğun olduğu Batı’dan suyun yüzde 70’inin bulunduğu Doğu’ya tersine göçün başlatılması gerektiği konusunda yetkilileri uyarıyor.
İklim krizi hep gündem. Zaten o yüzden iklim zirveleri var. Çevre, doğa, açlık, toplumsal gelişim ve kuraklık konusunda yeni politikalar arayışı... Yangınlar ve doğal afetler konusunda yeni yaklaşımlar... Bu yüzden de her geçen gün daha çok konuşacağız.
Türkiye’de deniz bilimleri, su politikaları denince gündemde olan bir saygın akademisyen Prof. Dr. Doğan Yaşar. Doğan Hoca, “Kötü su kullanımı dönemi artık bitti, çünkü su da bitiyor” diyor. Bu bir anlamda halk arasında yaygın kullanılan bir deyimi hatırlatıyor: Artık deniz bitti. Neredeyse 25 yıldır Türkiye’de ‘su politikaları ve geleceğin planlanması’ konusunda çaba gösteren, yorumlar ve yayınlar yapan değerli bilim insanı Prof. Dr. Doğan Yaşar. Değerlendirmeleri çarpıcı:
“TERSİNE GÖÇ: Son 50 yılda yeraltı sularını kullanarak gölleri de kuruttuk. Özellikle kalabalık şehirlerde yeni su projeleri üretilmesi gerek. Örneğin, büyükşehirlere göçün önüne kesinlikle geçilmesi gerekir ve nüfusun, suyun yüzde 70’inin bulunduğu Doğu bölgelerine tersine göçün başlatılması için gerekli hamleler yapılmalıdır.
TARLALARA DAMLAMA SU: Tarım için gerekli suların artık barajlardan kapalı sistemle tarlalara ulaştırılması ve tarlalarda damlama sulama sistemine geçilmesi gerekir. Çünkü gelişmiş ülkelerde suyun yüzde 40’ı tarımda kullanılırken, Türkiye’de bu oran vahşi sulama nedeni ile yüzde 80 gibi devasa boyutlardadır. Tarım ürün desenleri, iklimsel değişimlere göre devlet tarafından havzaların su durumlarına göre belirlenmelidir.
DAHA ÇOK YERALTI BARAJI: Yeraltı barajlarının planlanması ve geliştirilmesi şarttır. 1990’lardan beri gündemde idi ve çalışmalar başladı.
YAĞMUR TOPLAMAK: Şehirlerde kanalizasyon sistemleri ile yağmur sistemleri ayrılmalı ve toplanan yağmur suları yeniden barajlara ya da yapılacak olan göletlere yönlendirilmelidir. Arıtma tesislerinden arıtılan sular tarımda kullanılmalıdır. Şehir şebekelerinde kayıp kaçak oranları düşürülmeli ve sular çok daha dikkatli kullanılmalıdır. Örneğin ABD, Pinatubo yanardağının patlaması sonucu artan kuraklıkta rezervuarlarını 1.5 litre kadar küçültmüştür. Türkiye ise 1992 kuraklığında HES barajlarının boşalması sonucu tarihinde ilk kez Bulgaristan’dan elektrik ithal etmek zorunda kalmıştır.
BİLİM KURAKLIĞI DEĞİL, PROJE: Biz hala “Küresel sıcaklık küresel kuraklık getirir” gibi hurafe bile sayılmayacak mazeretlere sığınmaya çalışıyoruz. Bilim kuraklığını yenmeliyiz. Yağdı yağmadı konuşmalarını bir kenara bırakıp suyun verimli kullanımı ve tarım için projeler üretmeliyiz. Çünkü bundan sonra daha sert ve daha uzun sürecek bir kurak dönemin gelme olasılığı çok fazla.”
Kuraklığa karşı bulut tohumlama
Susuzluğa karşı öncelikle ve kesinlikle tasarruf! Bunun yanında yağan yağmur miktarını artırmaya yönelik bilimsel çalışmalarda önemli. 1940’lı, 1950’li yıllarda ABD’de denenen, bugünlerde ise Çin’de baştacı edilen bir uygulama gündemde: Bulut tohumlama. Rusya’da deneniyor, Çin’de son yıllarda hemen her alanda kullanılıyor. Bilimsel veriler yeterli değil. Bilimin aydınlatıcı ve çağdaş yaklaşımına daha çok ihtiyaç var.
Ben ‘yağmur bombası’ denilerek 1990’lı yıllarda İstanbul ve İzmir’de uygulandığını hatırlıyorum. Sonuç ne idi? Ben de bir iz bırakmamış. Ama söylemesi güzeldi. Yağmur bombası.
Yağmur miktarını yüzde 10 ile 25 oranında artırdığı söyleniyor. İşin içinde teknoloji ve bilim var. Bulutlara gümüş iyodür adı verilen bir madde ekiliyor. Bu madde bulutları tetikliyor, yağmur getiriyor, belki de mevcut yağmuru çoğaltıyor.
Hatta bu konuda drone’larda devrede. Bulutlara verilen elektrikle su damlacıkları birleşiyor ve yağış sağlanıyor. Bazen istenen sonuca ulaşılıyor, bazen verimsizlik de gündemde. Ayrıca yağmurun istenen bölgeye düşmeme riski de var. Ama önümüzdeki günlerde bu konuyu da çokça konuşacağız. Belki de susuzluğun adım adım geldiği gelecek yaz.
ÇIKIŞ YOLU
Yerli üretime tam destek verilmeli
Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarından sonra güncellik kazandı. Aslında yıllardır halkın gündemi. Ben de dönüp dolaşıp yazıyorum. Halkın temel sorunu... Pahalılık söylemleri... Fahiş fiyat değerlendirmeleri... Çöpe dökülen, tarlada bırakılan ürünler... Ama sofraya geldiğinde yüksek fiyatlar...
Çıkış yolu, yerli üreticiye destek. Girdi fiyatlarında dengeleme. Gerekirse bu anlamda yerli sanayinin geliştirilmesi. Hatta devletin bile bu konuda öncü rol oynaması. Temel ürünlerde yoğun destekleme, diğerlerinde dengeli uygulama. Biz domates, buğday, patates, soğan sarımsağa öncelik verelim de, avokadonun fiyatını piyasa belirlesin, önemsiz.
Hal Yasası’nın çıkarılması ciddi bir katkı olacak. Nedeni açık, piyasa kontrolü ve fiyat analizi. Bir başka önemli konu da kooperatifleşme. Ama sağlıklı, üretken ve verimli... Politik değil. Siyasetin elinde kukla hiç değil.
Bakın, özellikle buğday, arpa ve yulafta çeşitli söylentiler gündemde. Fiyatlar ‘dedikodu borsası’nda inip çıkıyor. Oysa çözüm belli, tarımda üretken ve verimli tablo ithalat ile değil, üretimle gerçekleşebilir.
Bir yandan tarımdan kopan çiftçiler, büyük paralarla imara açılan tarım arazileri. Diğer yanda girdi, gübre, su ve elektrik açmazındaki üretici. Sorun ciddi.
Tarım ürünleri ithalatı ve planlama eksikliğinin de çiftçiyi topraktan kaçışa zorladığı sıkça konuşulan bir olay. O zaman yerli üretimi destekleme zamanı. Yani üreticiyi, çiftçiyi. Girdi planlaması ve vergi ayarı ile rekabet gücü artan çiftçi ve köylü, işine sıkı sıkıya bağlanır elbette.
Tarımda zor gibi görünen ‘sağlıklı reçete’ bu aslında. Bunun gerçekleşmesi piyasayı belirleyen ‘yabancı mal ve ürün tedarikçileri’ için de uyarı anlamında. Neden olmasın?
FİKRET OTYAM OLSA...
‘İnsan sevgisini babamdan öğrendim’
Usta bir gazeteci, fotoğrafçı. ‘Röportajları konuşturan adam.’ Türkiye’nin bir dönem sesi, yüreği. Anadolu’dan fışkıran sevgi çiçekleri. Gazeteci, yazar, ressam, entellektüel.
Daha çocukken, babasının silah arkadaşı olduğu için Türkiye’nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün sofrasında oturmuş, onun fotoğrafını çekmiş bir bilge. Fotoğraf o fotoğraf, yıllarca hep yeni kareler, yeni hayatlar, çizgiler...
Bildiğim kadarıyla Abdi Bey’in (İpekçi) ölümünden etkilenmiş ve Gazipaşa’ya yerleşmişti. Daha çok resim işte o süreçte.
İnsanın sohbetinde dünyalar keşfettiği, ülkesine sıkı sıkıya sarıldığı, bilgilendiği, yüreklendiği, öğrendiği bir derya deniz. Gençlerin ağabeyi, babası, amcası... Koruyucu ve kollayıcısı.
Yazıları, kitapları, röportajları ne kadar farklı ve etkileyiciyse resimleri de bir o kadar çarpıcı.. Keçi başı, yazmak, baş örtüsü, Anadolu doğası ve kadını... Tüm güzelliği ile... İri gözler uyanış mı? Küçük dudaklar zerafet!
Anadolu’nun kaybı. Bugün hayatta olsa, “Halkın gözü kulağı olmaya çalıştım. Ben Orta Anadolu çocuğuyum. Ama Doğu bölgemizde yaşayan yoksul, topraksız insanların dertleriyle ilgilendim. Bu çalışmalarımın hepsinde birlik olmaya, sevgi köprüsü oluşturmaya önem verdim. Dürüstlüğü ve insan sevgisini babamdan öğrendim. Dünyada üç tane güzel göz vardır. Birincisi Doğu Anadolu kadınının gözü, ikincisi eşek sıpası gözü, üçüncüsü ceylan gözü” derdi üstüne basa basa.
YEŞİL KİTAPLIK
Mavi Sürgün’le ilk adım
Doğa Kitabı - Marianne Taylor - Maya Kitap: Doğayı yeniden keşfetmek adına her şey. Hem de kolay ve akıcı bir anlatımla. Sevinç Kayır’ın çevirisi de başarılı. Bitkileri, hayvanları, çevremizi ve gezegenimizi tanırken, ona daha sevgi ile bağlandığımız kesin.
Mavi Sürgün - Halikarnas Balıkçısı - Bilgi Yayınevi: Tüm eserlerinde ayrı bir keyif. Mavi Sürgün’de hiç kuşkusuz yaşam adına açılan yeni pencereler var. Bir sürgünle gelen yeni bir hayat. Sonrasında doğa, çevre, deniz adına harikalar dünyası. O yüzden Mavi Sürgün Halikarnas Balıkçısı’nı tanımak isteyenler için ilk adım. Doğayı, insanı, çevreyi sevmek adına. Doğanın insanlığa sunduğu hazineleri keşfetmek ve yaşamak adına. Her dönem betimlemeleri Bodrum ve doğa tutkunları için müthiş bir fırsat.