Dr. Hakan Tartan

Dr. Hakan Tartan

hakantartan35@gmail.com

Tüm Yazıları

Yaklaşık 50-55 milyon ton bahçe üretimi olan Türkiye’de pazarlama aşamasında büyük bir kayıp söz konusu... Sebze meyvenin, bahçe ürünlerinin en az yüzde 5’i pazarlama aşamasında çöp oluyor

İsrafın acı faturası



Gıdaya ulaşımın, üretmenin önemini gözler önüne serdi pandemi süreci. Hiç değilse bu konuda biraz bilinçlendik: ‘Üreten ülke olmak’.

Bir yandan üretimi geliştirmek, tarım sektörünün sorunlarını azaltmak için yeni projeler üretilirken, bir yandan da özellikle sebze ve meyvede ‘üretimden pazarlama noktasına varıncaya’ dek geçen süre içinde gerçekleşen kayıplar, halk dilindeki deyimiyle ‘israf’ insanı üzüyor. Öyle az buz rakamlar da değil bunlar.

Haberin Devamı

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muharrem Özcan, bu konuda araştırmaları olan değerli bir bilim adamı. Özcan Hoca’ya göre, yaklaşık 50  55 milyon ton bahçe üretimi olan Türkiye’de pazarlama aşamasında büyük bir kayıp söz konusu.

İsrafın acı faturası


Yani ‘çöp’ olan ürünler... Birçok sofraya bereket, sevgi ve şifa katacakken...

Prof. Özcan, “Bahçe ürünleri, sebze ve meyvenin yüzde 5’i pazara hazırlama ve satış aşamalarında ekonomik değerini kaybediyor. Üretim yapıyoruz, zoru başarıyoruz, ama ondan sonra tüketim aşamasına geçinceye kadar kayıplar oluyor. Bu büyük bir maddi değer. Konunun ciddi bir şekilde irdelenmesi gerek. Bu kayıpları önlersek milli ekonomiye önemli bir katkı sağlamış oluruz” diyor.

Yüzde 5 iyimser bir oran. ‘Kayıp yüzde 10’dan çok’ diyenler de var.

Biz Özcan Hoca’nın değerlendirmesinden yola çıksak, 2.5  3 milyon ton ürün ‘çöp oluyor’ demek. Birçoğu stratejik önem de arzeden bu ürünleri ‘1 liradan düşünsek’ bile 2.5-3 milyar lira bir ‘zarar’ söz konusu. Büyük bir israf.

Bu konuda yapılacak çok şey var. Halkı ve üreticiyi bilinçlendirmeden başlayarak...

EĞİTİMLE GELEN BEREKET

Bu topraklardan kazandığını bu topraklara yatıranlara saygım var. Bu bir dönüşüm aslında. Ne ekersen onu biçersin. Ne verirsen o kadar kazanırsın.

Neredeyse 160 yıldır küresel gıda sisteminin önemli bir aktörü olan Cargill, 1992 yılından beri Türkiye’de hizmet veriyor. Sürdürülebilir gıda çözümleri kapsamında da çalışmalar yapan Cargill’in ülkemizde en ses getiren projesi de ‘1000 çiftçi, 1000 bereket’.

İşin güzel tarafı bu projenin başka ülkelerde de uygulanması için gelen talepler. Sayısı şimdiden 3 bine yaklaşan ‘bereketli çiftçiler’ çalışmadan memnun.

‘Tarım sever’ duayen gazeteci Meliha Okur’un bu konudaki gözlemleri de önemli: “Yerinde gittim, gördüm, gerçekten de üretici memnun. Verimlilik artmış.”

Haberin Devamı
İsrafın acı faturası



Nitekim bu bereket programının ikinci yılında ortaya çıkan bilimsel rakamlar sevindirici: “Çiftçilerin verimi yüzde 26 artmış.”
Bu bir anlamda gelirin de dörtte bir oranında yükselmesi demek.

Mısır ve ayçiçek olarak şekillenen programda toprak verimli kullanılıyor, su sarfiyatı önleniyor, tasarruf yapılıyor, teknolojik katkılar ve dijital tarım araçlarına erişim çiftçinin yükünü hafifletiyor. Hepsinden de önemlisi ‘çiftçinin yüzü gülüyor.’

Cargill uzman ve yöneticilerinin her ihtiyaç duyulduğunda sorunlara yanıt vermesi, çözüm araması, üreticinin malının değerini bulacağını ve gelir elde edeceğini bilmesi sevindirici. ‘Eğitimle gelen bereket’ sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da sorumlu ve sürdürülebilir beslenmesine destek oluyor.

Öyle ya, gelecek günlerin en önemli gündem maddesi bu. ‘Gıdaya erişebilirlik’. Açlık, sağlık ve beslenme eksikliği sorunları dünya çapında büyüdükçe...

BİR ÇİFTÇİYE 265 KİŞİ…

Çiftçilerin verimlilik ve refahının artması için çalıştıklarını dile getiren Cargill Gıda Türkiye, Afrika, Orta Doğu Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Murat Tarakçıoğlu, “2050 yılında bir çiftçi en az 265 kişiyi beslemeli. Ortada böyle bir tablo var. Bu büyük bir sorumluluk. O yüzden de tarım sektörü dijitalleşmeye gereksinim duyuyor. Sürekli bu yönde adımlar atıyoruz. Gelecek yıl kanola üreticileri ile programı güçlendireceğiz. Özel sunulan doğru sulama, gübreleme ve ilaçlama programına uyan çiftçiler, hastalık riskini azaltıp toprak kirliliğinin de önüne geçti. Bu çiftçilerin maliyetlerine olumlu yansıdı” diyor.

DOLAR DÜŞTÜ, HANİ İNDİRİM?

Vatandaşın yoğun bir şekilde tükettiği gıda, sebze ve meyve fiyatlarındaki ‘fahiş artış’ gündeme gelince yanıt hazır: “Döviz ve hammadde fiyatları arttı, yeme, gübreye, tohuma, akaryakıta zam geldi.”

Baş suçlu döviz. Dolar, euro... Onlardaki artış... Hep aynı hikaye...

Oysa bir süreden beri uygulanan ‘istikrar programı’ çerçevesinde birkaç ay önce 10 liraya dayanan dolar şimdilerde 7 lira sınırında gidip geliyor. Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, programın tavizsiz uygulanmasında kararlı.

Döviz düştü, fiyatlar aynı kaldı. Hani dövize endeksli indirim?

Sektörün önde gelenleri ve sivil toplum yöneticileri , “Madem her şey dövize endeksli. Döviz düştü. Neden indirim yapılmıyor? Bir günde fiyatları döviz arttı diye katlayanlar döviz düşünce niye sus pus? Devletin bu konuda acil devreye girmesi gerekli” görüşünde.Zam uygulandı, ama döviz düşünce ortada sadece ‘üç maymun’ kaldı. Zammı yapanlar ‘görmüyor, duymuyor, yorum yapmıyor’.

İşte herkesin itirazı da, isyanı da burada. Devletin çok değil, bir aylık bir değerlendirme ile stratejik önem arzeden ve yurttaşların mutfaklarında, sofralarında çokça yer alan ürünlerde firmalar ve şirketler bazında girişim, denetim yapması ve gerekirse kamuoyu aydınlatma fonksiyonlarını yerine getirmesi isteniyor.

Ve gübrenin yolculuğu

‘Gübredeki fiyat artışı’ çiftçinin, üreticinin en çok şikayet ettiği konulardan biri.

Geçen bir yılki verileri gözden geçirdim, yüksek bir artış var. Neredeyse ton başına 1000 lira düzeyinde.
‘Fiyatların sabit tutulması’, hatta ‘bir miktar düşürülmesi’ konusundaki isteklere rağmen perde arkası söylentileri: “Yeni zamlar olacak, hem de yüksek.”

Hikaye çok; üretim yetersizliği, ithalatta yurt dışından kaynaklanan artışlar... Bu anlamda çiftçinin tepkisi doğal. En çok kullanılan gübrelerde bir yıllık artış şöyle: Dap % 87, Üre % 82, amonyumsülfat % 74, 20-20 tban gübresi % 55 ve 15 15 15 taban gübresi % 53. Bu tablonun iyi irdelenmesi gerekir. Türk tarımının geleceği adına...

MUHTARIM DİYOR Kİ…

Türkiye’de gelişen ve daha da gelişecek demokrasinin, yerel kalkınmanın kilit isimleri muhtarlarımızla buluşmaya devam. İstek ve sohbetlerine yetişmeye çalışıyorum.

Bu kez Karadeniz’in güzel kenti Ordu’nun güzel ilçesi Mesudiye’ye uzanıyorum. Mesudiye Belediyesi Meclis Üyesi ve 30 yıl Çavdar köyünde muhtarlık yapan İbrahim Ünver, Türkiye’nin kalkınmasının yolunun köylerin kalkınmasından geçtiğini söylüyor. Bir dönemlerin Köy Kent projesi kapsamında yapılan tesislerin atıl kalmasına üzülen Ünver, “Bunlar mutlaka ekonomiye kazandırılmalı” diyor.

İsrafın acı faturası



Biraz ötede Dayılı köyü var. Köy muhtarı Selahattin Dolu. ‘Arı gibi’ çalışan Selahattin Muhtarım, şunları anlatıyor: “Yollar asfaltlandı. 5 bin metrekare parke taşları tamamladık. Köy fırını yaptık. Açıktaki elektrik telleri ve kanalizasyon sorununa el attık. Temel sorunlarımızı çözüyoruz. İstanbul’dan gelenler, işi gücünü bırakanlar, pandemi nedeniyle köyümüze yerleşenler çoğaldı. Burada daha sağlıklı bir yaşam var. Köylülerimiz bağında, bahçesinde sebze ve meyvesini yetiştiriyor. 350 tonluk depo yaptık, yetmiyor. Bu dönem hem deponun büyütülmesi, hem de çok su kaçağı oluyor, şebekenin yenilenmesi isteklerimiz var. Bu konuya duyarlılık gösterilirse köyümüz daha da gelişecek. Büyük şehirlerden böylelikle tersine göç olabilecek.”

İsrafın acı faturası



Muhtarlarım bilinçli ve öngörülü.

MÜMTAZ SOYSAL OLSA..

1961 Anayasası’nın altındaki imzalardan biri O’nundu. Öyle tanındı. Başarılı bir hukukçu, akademisyen, gazeteci. Kuvayi milliyeciydi, ‘Hocaların hocası’ydı Mümtaz Soysal. TBMM günlerinde birlikte olmaktan mutluluk duydum. Bakan olarak da başarılıydı diye düşünürüm.

Bazı konularda şahindi, özellikle Kıbrıs konusunda bilgisi derindi. Sert, katı gibi görünürdü, ama öyle ince esprileri vardı ki. ‘Kara mizah’ ustasıydı.

İsrafın acı faturası



Sevdiği sohbetlerde engin bilgisi doyurucuydu, hiç bitsin istemezdiniz. Yazılarını da keyifle okuduk uzun yıllar çeşitli gazetelerde. Milliyet’te, Hürriyet’te, Cumhuriyet’te. Bildiğim kadarı ile sadece eşi Sevgi Soysal’ın vefatı sonrasında yazamamıştı köşesini. ‘Açı’ ağlamıştı. Bugün yaşasaydı, kendine özgü üslubu ile sakin, soğukkanlı, ama demir gibi sert yorumlardı gelişmeleri. Belki şöyle derdi, çok eski bir yazısında da vurguladığı gibi: “Oysa Cumhuriyet Türkiye’sine yakışan, böyle övünmeler ve övgüler değil, özel ve kamusal olanakların seferber edildiği planlı bir üretim coşkusuna geçişin sevinci olmalıydı.” Ve eklerdi: “Hazin değil mi?”