Türkiye, büyük bir vartayı daha milletin ortaklaşan iradesiyle atlattı. Bir geceye binlerce destan sığdıran millet, kendisini, ülkesini ve geleceğini emperyalizmin esaretinden kurtardı. Bunu ise düne kadar ayrıştırıcı işlev gören alt kimliklerini bir kenara bırakarak başardı. Çünkü kalkışmanın/saldırının toplumun bütün kesimlerine yönelik olduğunu gördü. Ortak varlık ve bekanın milletin tüm unsurları tarafından sigortalandığı görkemli direnişi tüm dünyaya gösterdi. Milletin tüm fertler ile ortaya koyduğu görkemli direnişte, bu darbe girişiminin, bildiğimiz klasik darbe girişimlerinden farklı olması da etkili olmuştur. Bu farklılığı ortaya koymak, geleceğe ışık tutmak açısından anlamlı.
Diğer darbelerden farkı
Tarihin, 15 Temmuz darbe girişimini ve halkın buna karşı sergilediği direnişi diğer darbe süreçlerinden farklı bir şekilde yazacağı açık. Bu nedenle darbe girişiminin temel farklılıklarını hatırlamakta fayda var. Bunlar; (1) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın infaz edilmesinin darbecilerin önceliği olarak tayin edilmesi ve bu amaç için özel saldırı planları yapılması. (2) Darbecilerin sivil halka ateş açması ve katliamdan kaçınmamaları. (3) Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez savaş
“TBMM, çalışmalarının usul ve esaslarını belirleyen, kendi iradesiyle ortaya koyduğu kuralları içeren içtüzük hükümlerine göre yasama faaliyetlerini yürütmek durumdadır”
Kuvvetler ayrılığı erkleri yasama, yürütme ve yargı organlarının çalışma usul ve esasları kanunlar da ve içtüzükler de düzenlenmiştir. Anayasa’nın 9. maddesi hükmü gereği, Türk milleti adına yargı yetkisini kullanan mahkemelerin görev ve yetkileriyle çalışma usul ve esasları yargılama usul kanunlarıyla düzenlenmekte ve bu hükümlere göre faaliyetlerini yürütmektedirler. Anayasa’nın 149/5 maddesi hükmü gereği Anayasa Mahkemesi’nin çalışma esasları, bölüm ve komisyonların oluşumu ve iş bölümü kendi yapacağı içtüzükle düzenleneceği öngörülmektedir.
Anayasa’nın 7. maddesi hükmüne göre yasama yetkisi, TBMM’nindir. 95’inci maddesinde Meclis çalışmalarını kendi yaptığı içtüzük hükümlerine göre yürütüleceği belirtilmektedir. İçtüzük hükümlerinin esas ve usullerinin hukuki niteliği, yürürlükte bulunan kuralları ve bunların anayasal dayanaklarının, TBMM komisyonları ve Genel Kurul çalışmalarına katıldığım dönemlerde edindiğim izlenimler ve gözlemlerden yola çıkarak kaleme almanın toplumsal açıdan faydalı olacağını düşünüyorum.
H
(E) Tümgeneral Ali Fikret Atun
Güvercinler kargalarla arkadaşlık yaparsa tüyleri beyaz kalır, fakat kalpleri kararır.
Alman atasözü
'Mankurt’, Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un Türkiye Türkçesi’ne, Gün Olur Asra Bedel adıyla çevrilen romanındaki Nayman Ana söylencesinde geçer.
Milattan sonra 200’lü yıllarda, Orta Asya’dan kuzeye doğru göç eden Juan Juanlar, Kırgızların hem komşusu hem de can düşmanlarıdırlar. Son derece gaddar ve acımasız olan Juan Juanlar, her fırsatta Kırgız kabile ve oymaklara saldırır, yakıp yıkarlardı.
Ancak Juan Juanların genç Kırgız savaşçılarını köle yapmak için mankurtlaştırma yöntemi vardı ki Cengiz Aytmatov bunu inanılmaz bir akılcılıkla anlatır.
Juan Juanlar esirin başını kazır, saç tellerini tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken bir kasap da oracıkta bir hayvanı öldürüp derisini yüzermiş.
Sonra taze hayvan derisini, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararmış. Daha sonra tutsakların boynuna, başlarını yere sürmesinler diye bir kütük, ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı kızgın güneşin altına bırakırlarmış.
ADNAN BOYNUKARA
Terörle mücadele konusunda, 90’lı yılarda uygulanan kimi politikaların olumsuz sonuçlarının şimdilerde ortaya çıktığı gözleniyor. Bunun en somut alanlarından birisi ise göç ve göçün olumsuz etkileridir. O yıllarda yaşanan göç ile PKK terör örgütünün kentleri terör alanı olarak kullanmaya başladığı son olaylardan dolayı ortaya çıkan göçün nedenleri farklı olmakla birlikte sonuçlarının benzer olma olasılığı yüksek.
Göçün nedenlerini uzunca konuşabiliriz. Ancak şu an bunun yerine, göçün sonuçlarına ve toplumsal yapıda neden olduğu tahribatlara odaklanmakta yarar var. Çünkü sonuçlar, nedenlerden daha yakıcı. Göç gerekçeleri farklı olmakla birlikte; İstanbul, İzmir, Bursa, Antalya, Adana ve Mersin gibi şehir merkezlerinin çevresine yerleşmiş ve kendini sahipsiz hisseden ciddi bir Kürt nüfus var . Bu insanların yaşadıkları duygu hali rakamların ötesinde anlamlar taşıyor. Mevcut ruh halini; sahipsizlik, yalnızlık, çaresizlik ve umutsuzluk kavramlarıyla özetlemek mümkün! Bu duygu hali, kontrolsüz bir kitleyi ortaya çıkarıyor . Büyük kentlerin çevreleri, geleneksel kontrol mekanizmaları yok edilmiş insanlarla dolu. Terör örgütlerinin eleman devşirmek için odaklandıkları
‘Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ 1989’da Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanmış, kabul ve ilan edilmiştir. Türkiye de bu sözleşmeyi kabul etmiş, imzalamıştır. Sözleşme ‘çocuk hakları’ ile ilgili sorunları, ilke ve kuralları içeren elli dört maddeden oluşmuştur. Otuz ikinci madde çocuk istismarını tanımlar.
Çocuğun değeri
Çocuğun aile içindeki durumu, konumu, rolü, yeri, ekonomik ve toplumsal durumuna göre değişir. Genel olarak; anne-baba arasında çocuğun oluşturduğu ortak ilgi ve sevgi onlara ruhsal doyum sağlar, aileyi birleştirir, aile bireylerini özverili davranmaya zorlar, aile bireylerine mutluluk verir, günlük kaygılardan uzaklaştırır, günlük engelleri aşma gücünü verir, aydınlık ve ışıklı bir gelecek tasarımına yol açar.
Genel olarak ülkemizde ataerkil, erkek egemen ailenin çocuktan, gençten beklentileri geleceğe güvence doğrultusundadır. Ailenin adını sürdürmesi beklenir, aile gelirine katkıda bulunması beklenir, anne-baba yaşlandıkça onlara bakması beklenir, anne babaya gelecekte güvence sağlaması beklenir, anne babanın çıkarları doğrultusunda davranması beklenir.
Kendisini yeniden tanımlamaya çalışan NATO son yılların en geniş katılımlı zirvesini Varşova’da gerçekleştirdi. Zirvede alınan kararlar, önümüzdeki dönemde birliğin öneminin artacağına işaret ediyor...
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, ya da daha bilinen adıyla NATO, 8-9 Temmuz 2016 tarihlerinde Varşova’da tarihinin 28. zirvesi için toplandı. Bugüne kadar gerçekleştirilen en geniş katılımlı zirveye ittifakın 28 üyesi, aday ülke Karadağ, 26 partner ülke ve uluslararası örgütler iştirak etti. Soğuk Savaş’ın bitiminden beri kendisini yeniden tanımlamaya ve önemini yeniden kazanmaya çalışan ittifak belki de son yılların en olumlu algılandığı günlerini yaşıyor.
Rusya ve Ortadoğu kaynaklı tehditlerden bunalan doğu ve güney ülkelerine şimdi de Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden çıkma kararı (Brexit) ile sarsılan endişeli batı Avrupa üye ülkeleri eklendi. Hemen her yönünden türlü tehditlerle mücadele eden üye ülkelerde tüm bu sorunlara ilk çare olarak NATO ve müttefiklerin akla gelmesi ittifakın 25 yıldır boğuştuğu halen önemli olma sorununu kendi kendine çözdü. Geldiğimiz noktada NATO, üyelerinin güvenlik sorunlarına yardımcı olduğu ölçüde gerekli de görülmekte. Özellikle
Hayatımıza özen gösterme sorumluluğu bize aittir. Hiç kimse bizim hayatımızı güzelleştiremeyeceği gibi bozma hakkına da sahip değildir. Hayatımıza anlamı, coşkuyu, umudu, mutluluğu, ancak biz katabiliriz...
Pazar sabahı parkta yürüyüşe çıkmıştım. Kulağıma gelen bir ağıt sesiyle sarsıldım. Biraz daha yürüyünce gördüm ki bir genç kız ve erkek bankta oturuyorlar, erkek öfkeli, kız ise hıçkırıklar içinde. Bir an için düşündüm, ilkbaharın içimizi ısıtan en sıcak günlerinden birisi, etraf yemyeşil, doğa coşkulu bir canlılık içinde, kuşlar cıvıl cıvıl, hafif esintiyle hanımeli kokuları etrafa efsun saçıyor, güneş ruhları aydınlatıyor... Fakat genç erkek öfkeli, genç kız ise hıçkırıyor. Oysaki genç kız güzel, genç erkek yakışıklı, belli ki bu buluşma için özen göstermişler kıyafetleri çok şık... Peki, bu öfke, bu ağıt niye? Büyük bir ihtimalle yersiz bir kıskançlık, saygısız bir söz, belki de asılsız bir yalan veya yakışıksız bir davranış...
Özen göstermek gerek
Gördüğüm olaydan çok etkilenmiştim, yürüyüş boyunca insanların kendilerini ve zamanlarını ne denli kötü kullandıklarını düşündüm. Yaşadığım ve gördüğüm yüzlerce olay geldi aklıma. Milyarder bir arkadaşım, varlığı yanında
Müslüman din önderleri, bilginleri temel dini metinleri geçmişin çözüm ve yorumlarına bağlı kalmadan günümüze has açıklamalarla sentezlemelidir. Bu Müslümanlık-çağdaşlık sentezine ulaşılmazsa, Müslümanlar dünya sahnesinde ikinci sınıf kalmaya devam edecektir...
“... Ben tam anlamıyla Müslüman bir insanım. İslami bir kişiliğim, dünyaya o gözlerle baktığım İslami bir kültürüm var. Fakat aynı zamanda da çok modern; bilimi, teknolojiyi, özgürlük, demokrasi ve değişimi sonuna kadar savunan bir insanım. İkisinden de vazgeçemem. Bu görüşlerimi bir potada toplayabilecek üçüncü bir eğilimin oluşmasını istiyorum; muhafazakâr olmayan bir İslam. Aydınlıkçı İslam, rasyonel İslam da diyebilirim buna. Modernliğe açık bir İslam’ın imkânsız olmadığını göstermek istiyorum.”
Mısırlı felsefe profesörü Hasan Hanefi’nin yaklaşık yirmi yıl önce bir Türk gazetesinin kendisiyle gerçekleştirdiği bir röportajda yaptığı bu çağdaş Müslümanlık tanımı, bir Müslüman ve bir ilahiyatçı olarak o tarihten beri daima saygı ve takdirle andığım bir ifadedir. Müslüman din önderleri, din bilginleri; temel dini metinleri geçmişin çözüm, açıklama, yorumlarına ve kabullerine bağlı kalmadan günümüze has, günümüzün icabı olan