1917 yılında Çarlık Rusya’da devrimle sonuçlanan gelişmeler Azerbaycanlıların devletleşme sürecini etkilemiş ve milli devletlerini kurma sürecini hızlandırmıştı. Bu süreçte Güney Kafkasya’yı etkileyen gerek iç, gerekse dış olaylar, bölgede üç devletin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Transkafkasya Federasyonu’nun dağılmasından sonra, işlerliğini kaybeden Seim’deki Müslüman temsilcileri 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Milli Konseyi’ni oluşturarak, yeni bir ulusun doğduğunu ilan ettiler. Böylece Müslüman Şarkın ilk demokratik Cumhuriyeti kuruldu.
İstiklal Beyannamesi’nin ardından oluşturulan birinci kabinenin ilk işi, Azerbaycan’ın istiklali haberini ve bu yeni devletin kurulduğunu dünyanın önemli ülkelerinde bildirmek olmuştu. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin henüz dış teşkilatı yoktu; yabancı ülkelerde elçilikleri ve konsoloslukları henüz açılmamıştı. Azerbaycan’ın uluslararası toplum içinde yerini alabilmesi, sesini dış dünyaya duyurabilmesi için Osmanlı Devleti’nin Hariciye teşkilatından yararlanma yoluna gidilmiştir. Osmanlı Hariciye Nezareti ve çeşitli ülkelerdeki Türk Elçilikleri, kuruluş döneminde dış temaslarında Azerbaycan’a yardımcı olmuşlardır. Bunun dışında Azerbaycan
24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçiminde 18-24 yaş dilimi içinde olan gençler, milletvekili ve seçmen olarak rol alacak. Yaklaşık 81 milyon nüfusu olan ülkemizde 55 milyon seçmen oy kullanacak. Nüfusun 13 milyonu 15-24 yaş dilimi içinde yer alıyor. 81 milyonun yaklaşık 13 milyonluk 15-24 yaş dilimi arasında yer alan gençler; 18-24 yaş dilimi arasında oy kullanacak yaklaşık 10 milyon genç söz konusu.
Gençler milletvekili adayı olarak seçim listelerinde; milletvekili ve Cumhurbaşkanı seçmek için seçmen olarak 24 Haziran 2018 seçimlerine katılacak. Seçime katılan partilerin Yüksek Seçim Kurulu’na verdikleri listelerde, 18-24 yaş dilimi arasında onlarca milletvekili adayı yer alıyor. Geri kalan milletvekili adaylarının yaş ortalaması 45-50 arasında değişiyor. Bu durum adaylar arasında kuşak farkı olduğunu gösteriyor.
Atatürk, ülkenin, vatanın geleceğini, gelişmesini gençlere emanet etmiştir.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, Cumhuriyet’in genç kuşağa verdiği değerin, yerin göstergesidir. Gençlerin ülkenin yönetiminde rol ve yer alması, söz sahibi olması gerekir. Milletvekili adayı olanların sorunları ve çözüm
Araştırmacı kişi soru sorar çünkü yeni bir şeyler öğrenmek ister. Sanatçı da yeni bir eser üretmek zorundadır yoksa sıradanlaşır. Dolayısıyla gerek sanatın ve gerekse araştırmacı kişiliğin kesişim noktası yeniliktir. Diğer ortak bir paydası her ikisinin de dogmatizme karşı olmasıdır. Dogmatik düşünceli kişiler hiçbir şeyi araştırmadıkları gibi sanatçılar da dogmalara bağlı kaldıkları takdirde gelişemezler. Hem araştırmacılar hem de yazarlar daha fazla kitap okurlar. Dolayısıyla yazarlar (sanatın bir dalı) aynı zamanda iyi birer araştırmacıdırlar. Sanatın demokrasi ile benzerliği ve aynı zamanda araştırma ile de iki yönden benzerliği olduğuna göre dolaylı olarak demokrasinin de araştırma ile benzerliği bulunmaktadır ve sonuç olarak demokratik ve düşünce özgürlüğünün olduğu ülkelerin de araştırmaya daha açık olmaları doğaldır. Açık toplumun savunucularından ve Açık Toplum Enstitüsünün kurucusu George Soros sanat ve kültürün toplumların standartlarını ve değerlerini değiştirdiğini iddia etmektedir (http://www.powerofculture.nl/en/policy/soros.html). Ona göre bu nedenden ötürü özerk ve yenilikçi bir sanat sektörü açık toplumun rüyasıdır.
Bu bağlamda İslam dininin yayıldığı coğrafyada
Bir sanatçının amacı yeni ve farklı bir eseri üretebilmektir. Aksi takdirde sıradan ve özelliği olmayan bir sanatçı olarak anılacaktır. Demokrasi ve sanatın ortak paydası her ikisinin de olabildiğince çok sayıda farklı düşünce ve bakış açılarını desteklemeleridir. Bu bağlamda Hollywood’daki çok sayıda senarist, yazar, editör ve film yapımcısının neden tutucu olarak tanınan Cumhuriyetçilere değil de Liberal Demokratlara oy verdiğini anlamak kolaydır.
Şu iki nokta gözden kaçırılmamalıdır ki; çok sayıda farklı düşünce ve bakış açısı aynı zamanda hem yaratıcılığı hem de soru sormayı, sorgulamayı destekleyen bir özelliğe sahiptir. Zira her farklı bakış açısının kendine özgü üstünlükleri ve noksanlıkları vardır. Bu bakış açılarının avantaj ve dezavantajlarının nedenlerini fark edebilmek için sorgulama yeteneğine gereksinim vardır.
Kendi bakış açısının yetersizliklerini görebilmek tıpkı sanatçılarda olduğu gibi eleştiriye hazırlıklı olmayı da beraberinde getirir.
Kesin skorların olduğu sportif karşılaşmalar doğası gereği sosyokültürel açıdan daha düşük kesimlere hitap etmektedirler. Doğal olarak maçlardan sonra taraftarların niye kavga çıkardıklarını anlamak da zor değildir.
Oysa jürilerin
Ajans Press Türk toplumun yaşam biçimini çeşitli açılardan inceledi. Sonuçları 2018 Nisan ayında yayınladı. 2005-2017 yılları arasında, 34 kentte 15.918 kişi üzerinde yapılan araştırmada çarpıcı sonuçlar elde edildi. Araştırmaya göre, her dört kişiden üçü “Geçmişe özlem duyuyor”. Yüzde 72’si boş zamanlarını AVM’lerde geçiriyor, yüzde 35’i hiç kitap okumuyor. Nicelik ve nitelik bakımından farklı nedenlerle, sorunlarla, zorlanmalarda ortaya çıkan ruhsal durumun ortak özelliği: “Geçmişe özlem duymak”.
“Geçmişe özlem duymak”, bireysel ve toplumsal olarak savunma düzenidir. Engel aşmak, sorun çözmek sürecinde zorlanma olursa sürekli ve durumluk kaygı düzeyi yükselir. Bilinç dışı savunma düzenleri işlerlik kazanır. Başarılı başarısız yaklaşık olarak otuz çeşit savunma düzeni vardır.
Geçmişe özlem duymak, bastırma ve boyun eğme savunma düzenleri ile ruhsal yaşantıyı sürdürür. Bilinçli olarak kaçma ya da savaşma tepkisi oluşturur. Kaçma ya da savaşma sürecinde oluşan yetersizlik duygusuna karşı bilişsel farkındalığı, haberdarları, ruhsal yaşantıyı sürdürmeye çalışır.
Kaçarak kurtulmak
Özetle, “Geçmişe özlem duymak” bireyin yaşadığı toplumsal ortamdan kaynaklanan, ekonomik, politik, siyasal
Milli Mücadele yıllarında Darülfünun’un yine öğrencileridir başı çeken; bir araya gelerek Sivas Kongresi’ne delege gönderme kararı alırlar. Tıbbiye mektebinden Hikmet (Savaştepe) ve Yusuf (Balkan) delege seçilir, fakat yol paraları yoktur, herkes cebindeki parayı çıkartıp ortaya koyar, ancak bir kişiye yetecek kadar para sağlanabilmiştir ve Yusuf (Balkan) hakkından feragat eder. Ancak bu kez de temsil yetkisi gerekmektedir ve bu belgeyi hiçbir yerden temin edememişlerdir.
Tıp Talebe Cemiyeti Başkanı olan dördüncü sınıf öğrencisi Ahmet Kemal, bütün tıp talebelerinin temsilcisi olduklarını belirten bir belge yazar, imzalar, mühürler. Hikmet (Savaştepe) Sivas’a uğurlanır.
Kendisine ters düştü
İstanbul delegeleri arasında yer alan henüz 18 yaşındaki Tıbbiye öğrencisi Hikmet kongrede manda konusu konuşulurken bizzat Mustafa Kemal’e şu tarihi sözleri söyler: “Delegeleri bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem, farzı mahal manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcı değil vatan batırıcı kabul ederiz ve telin ederiz.”
Bu sözlerle heyecanlanan Mustafa Kemal şu cevabı verdi:
İstanbul Üniversitesi, 700 yıldır Doğu ile Batı medeniyetlerinin bir araya geldiği emsalsiz bir mozaik olan İstanbul şehrinin 550 yıllık üniversitesidir. Küreselleşen dünyada artık, daha geniş bir dünyayı, bugünün biçimlenmesinde rol oynayan ve geleceği belirleyecek olan tarihsel etkileri de hesaba katarak algılamamız gerekiyor.
Fikirlerin ve alternatiflerin geliştirilmesinde öncü olan ve toplum yaşamının niteliklerini belirlemekte azımsanamayacak etkileri olan üniversiteler aynı zamanda, kaçınılmaz olarak, artıları ve eksileriyle, inişleri ve çıkışlarıyla toplumun da bir aynasıdır. Bir üniversiteyi içinde var olduğu toplumdan soyutlamak mümkün mü? İşte bu bağlamda İstanbul Üniversitesi, aynı zamanda hem toplumsal belleğimiz olmakta ve hem de toplum olarak taşıdığımız tüm renklerin tek bir odaktan ayrıştığı bir prizma...
Öncülük etti
İstanbul Üniversitesi, bir imparatorluğun yıkılış sarsıntıları içinde, bütün topluma öncülük etmiş, Çanakkale’de bir efsane yaratmıştır. Ancak öte yandan, Milli Mücadele öncesi, işgal yıllarında yine benim üniversitemdir suskun kalan... Darülfünun’dan İzmir’in işgaline karşı yapılan protesto toplantısı dışında etkili bir ses yükselmemiştir. Çanakkale’de
1910 yılında İstanbul’da doğan Kemal Tahir; 1938-1950 yılları arasında Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya hapishanelerinde geçen 12 yıllık mahkûmluğundan sonra 21 Nisan 1973 yılına kadar süren ömrünü 63 yaşında yine İstanbul’da tamamlamıştır. Bugün onun vefatının 45. yılıdır ve onun bu dünyadan ayrılışının üzerinden yaklaşık yarım yüzyıllık bir zaman geçmiş olması demektir.
12 yıllık hapishane hayatında çok sayıda kitap yazmışsa da, en büyük ve önemli eserlerini 1950’den 1973’e kadar süren 23 yıllık dönemde vermiştir. Romanlarının çoğu konularını yakın veya uzak Türk tarihinden alır.
Kemal Tahir’in tarihle ilgili hemen her romanı tartışmalara ve polemiklere konu olmuştur. Fakat 1967’de yayımlanan, 1968’de Türk Dil Kurumu ödülüne layık görülen, Osmanlı Devletinin kuruluşunu ele alan ‘Devlet Ana’ adlı romanı bu konuda başı çeken eseridir.
Kemal Tahir Osmanlı’yı ‘kerim devlet’ olarak nitelendirir. Bu kavram; Osmanlı’nın, kimilerinin iddialarının aksine zalim ve ceberut değil, tam tersine tebaasına şefkatle yaklaşan; onun rahatını, huzurunu her şeyin üstünde tutan ve bunun için çabalayan bir devlet olduğunu ifade etmektedir. Osmanlı’nın bunu sağlamak için kurduğu düzen de döneminin en