Her yılın bitimi bir muhasebedir. İnsan geçmişe bakar. Yaptıklarına, yapmakta yetersiz kaldıklarına. Ülkeler de öyle. Bir yıl biterken Türkiye neyi devretti? Yılın son gününde koca bir ayrışmayı. Acıda ayrışmayı, çözülüşü. Uludere bir girdap. Orada ölen insanların öldürülme biçimlerinden çok, sonrasında devletin takındığı tavır, nasıl bir ülkede yaşadığımızı, nasıl yönetildiğimizi ortaya serdi.
Geçtiğimiz yıl boyunca defalarca Uludere’ye gittim. Orada evlatlarını kaybeden ailelerle görüştüm. Anlattıklarını dinlemeye çalıştım. Rüyaları, hayatları, gelecekleri ellerinden alınmış o insanlarla hemhal olmanın verdiği ruh haliyle belki de hep şunu düşündüm; devletin yüce makamlarında oturanlar için o acıyı anlamak, onlarla duygudaş olmak bu kadar mı zor?
Sorunu anlamak
Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Barack Obama 26 küçük çocuğun ölümüne sebep olan vakada, tüm dünyanın gözü önünde ağlarken aynı soruyu hatırladım. Obama dahli olmadığı bir olaydan dolayı, çocuk vatandaşlarına sessizce gözyaşı döküyordu. Bir devlet adamı olarak kimse onu sorumlu görmediği halde. Emrindeki bir asker yahut bürokratın hatası olmadığı halde.
Bizde ne oldu peki? Cumhuriyet tarihinin en asimetrik güç kullanımı ile, 34 genci F16’larla öldüren devlet, mağdur ettiklerine bırakın gözyaşı dökmeyi, geriye dönüp bakmadı bile. Bizi yönetenler, ölen 34 genç için merhamet göstermek bir yana, geride kalanları suçlama telaşına düştüler. ‘Benim askerim mayına basarken, onlar nasıl oluyor da basmıyor’ diyebildi başbakan!
Aynı köyde, mayından kolu bacağı kopmuş onlarca insanın yaşadığını bilmiyormuş gibi. Ama konu bu da değil zaten. ‘Benim askerim’ dediği asker yardıma muhtaçken de devletimiz aynı körlük içinde çünkü. Bu nedenle Roboski olayına sadece 34 insanın öldürülmesi olarak bakmamak gerekiyor.
Orada tarihi yüz yılı aşan Kürt sorununun tüm unsurları mevcut çünkü. Roboski, Kürt sorununu anlamak isteyenlere mükemmel bir laboratuvar. Oraya iyi bakıldığında devletin yapmakta yetersiz kaldığı her şey görülebilir. Hem de en arkaik, en düz haliyle.
Adalet gecikiyor
Devlet-vatandaş ilişkisinden bürokrasinin sakatlıklarına, askerin gücünün artık yetmediği toplumsal, siyasal olaylara her şeyin özeti Roboskide mevcut. Bugün katliamın üzerinden bir yıl geçti. Ve failler bulunmuş değil. Olaya biraz içerden bakınca insan şunu idrak ediyor; failler bulunsun diye feveran edenler beyhude bekliyorlar. Failler bellidir. Fail her zaman bellidir. Fail o çok iyi bilinen mekanizmanın içinde yuvalanmış birileridir.
Neden çözülmüyor
Türkiye tarihinin tüm siyasi cinayetlerinden çok iyi bildiğimiz o zihniyettir. Bizi ilgilendiren hesabın gününde sorulmasıydı. Bu olmadı. Ve sanırım artık geç. Adalet geciktiği için de her şey için geç kalınıyor. Bunu geçelim. Ama şunda ısrarımız devam etmeli:
Bu ülkeyi yönetenlerde insanının yanında durduğunu hissettiren bir duruş. Uludere’deki asıl vahamet budur. Yaşanan acıyı dindirmek adına devlet katında hiçbir insani refleksin gösterilmeyişidir.
Katliamın yıldönümünde, bu ülkede yaşayan herkesin yapması gereken bir muhasebe var. Benim aklımı kurcalayan şu; bu ülke Uludere’de açılan çatlağı hangi insani refleksle kapatacak? Kapatabilecek mi? Çünkü yaşatılan bu türden travmalar yaranın daha derin bir yerine dokunduğundan geri dönüşü olmayabiliyor.
Dün katliamın yıldönümü sebebiyle, Gülyazı köyünde yaşayan ve her gittiğimde beni konuk eden Alma ailesini aradım. İki hafta önce doğan küçük torunlarına katliamda ölen oğullarının, Nadir’in adını vermişler. Bana aynı aileden Gülşen’in anlattığı şuydu:
Babam geride kalan tüm çocuklarına şöyle bir vasiyette bulundu; her biriniz bundan sonra doğacak ilk erkek evladınıza Nadir’in adını verin. Bu size vasiyetimdir. Uludere’de öldürülen her gencin yerini onlarcasının alacağının somut bir örneği bu. Bunu Kürt sorununun tamamına uyarlamayı okura bırakalım. ‘Kürt sorunu neden öldürerek çözülmüyor’un cevabı bu çünkü.
Bejan Matur Maraş’da doğdu. Ortaokul ve liseyi Antep’te okudu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. İlk şiirleri aralarında Defter ve Adam Sanat’ın da bulunduğu belli başlı edebiyat dergilerinde yayımlandı. İlk kitabı Rüzgar Dolu Konaklar ile 1997 Orhon Murat Arıburnu ve Halil Kocagöz şiir ödüllerini aldı.1999 yılında yayımlanan Tanrı Görmesin Harflerimi kitabı ile uzun soluklu bir şiirin habercisi olduğunu gösterdi. 2002 yılında, Ayın Büyüttüğü Oğullar ve Onun Çölünde kitaplarını eşzamanlı olarak yayımladı.
Şiirleri İngilizceden Çinceye 24 dile çevrildi. Aralarında Grand Street Magazine(Newyork) gibi saygın dergilerin ve Language For a New Century(Norton yayınları) gibi önemli seçkilerin bulunduğu antoloji ve dergilerde yer aldı. Şiirlerinden yapılan bir derleme 2004’de İngiltere’de ARC yayınları tarafından In The Temple of a Patient God adıyla yayımlandı.İngilizcedeki ikinci kitabı 2012’de How Abraham Abandoned me adıyla okura sunuldu. Bir başka şiir seçkisi Lüksemburg’da PHİ yayınevi tarafından Winddurchwehte Herrenhauser adıyla yayımlandı.2012 yılında şiirlerinden yapılan bir derleme Barselonda Katalanca yayımlandı.
2008 yılında yayımladığı İbrahim’in Beni Terketmesi kitabı eleştirmenlerce ‘Hanif şiir’ olarak değerlendirildi. 2009 yılında basılan Doğunun Kapısı Diyarbakır, fotoğraflı bir kent kitabı olarak tasarlandı. Prestij bir eser olarak tasarlanan eser, Diyarbakır’ın tarihi,kültürel,mimari birikimini fotoğraf ve şiir eşliğinde anlatıyor.
2009 yılında Kader Denizi adlı şiir kitabı yayımlandı.
2010 yılında Dağın Ardına Bakmak adlı kitabı Kürt sorununun anlaşılmasına dönük getirdiği yeni bakış açısıyla uzun süre konuşuldu ve çok okunanlar listelerinde yer aldı.