Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

O yıl neredeyse her sabah onun sesiyle uyandık. Her sabah, Müslüm Gürses’in kırık nağmeleriyle başladık yeni bir güne. Kurulmuş saat eşliğinde, aynı ses geldi kulağımıza ve aynı saatte onun sesiyle açtık gözlerimizi yeni bir güne...
Kocamustafapaşa’da, bakkal dükkanından bozma bir evde yaşıyorduk. Yılmaz (Erdoğan), şimdi avukatlık yapan arkadaşımız Mahmut ve yine bir başka avukat arkadaşımız Fahri’yle birlikte evin “asli unsurlarıyız”, bir de biz dördümüzün dışında “etnik unsurlar” var; bugün var, yarın yoklar cinsinden misafirler yani.
Fahri Adanalı bir gardaş... Hayatında iki şeye tutkun, iki şeyin müptelası; bir Müslüm Gürses’in sesi, bir de Maltepe sigarası... Bir aleti var, bir tarafı küçük bir televizyon; evimizin televizyonu, bir tarafı kasetçalar... Fahri’nin teybi sadece Müslüm çalmayı biliyor. Galiba o zaman kadar kaset hanesine Müslüm Gürses’in kasetlerinden başka hiçbir kaset girmemiş. Yani sadece “Müslümce” biliyor.

26 tane “Esrarlı Gözler”
Aletin konulduğu rafın üstü Müslüm’ün korsan kasetleriyle dolu... Ben diyeyim on, siz deyin onlarca... Hepsinin üzerinde elle yazılmış kasetin adı: “Esrarlı Gözler”... Siz bu “Esrarlı Gözler”i tek kaset sanıyorsunuz değil mi, yanılıyorsunuz, Fahri’de tam 26 kaset var ve 26 kasetin 26’sının da adı “Esrarlı Gözler”... Yani “Esrarlı Gözler 1” ve “Esrarlı Gözler 26”...
Fahri uyumadan önce kasetçaları hazırlıyor, “Esrarlı Gözler”den bir tane takıyor, sabahın köründe kalkıp okula gidecek, Hukuk Fakültesi’nde okuyor, bizim gibi haylaz oğlan değil o, derslerini hiç aksatmıyor, kurulu saati var, saat yedi otuz civarında çalar çalmaz gözlerini açıyor, elini uzatıyor, aletin “play” düğmesine basıyor, Müslüm Gürses’in sesini duyuyor, afyonun pimini çekiyor, Maltepe sigarasını yakıyor, derin bir nefes aldıktan sonra afyonu büyük bir gürültüyle patlıyor.
Üç mevsim boyunca, hemen hemen her gün aynı durumu yaşadık. Üç mevsim boyunca her gün Müslüm Gürses’in sesiyle yeni güne başladık. Bu durum ruhlarımızda nasıl bir tahribat yarattı bilmiyorum. Ancak o günden sonra ne zaman Müslüm Gürses’in sesini duysam, o günlere giderim, o günler düşer aklıma... Soğuk sabahlar, kirli yataklar, katıksız dostluklar, hayaller, özlemler, ayrılıklar, ilk aşklar, gözyaşları, küçük kavgalar, polis korkusu, kırık hayaller ve berbat bir yoksulluk...

Surlarda dinlerdik
Boğazıma kadar hüzne batarım. Müslüm Gürses’in sesindeki hüzne benzer bir hüzün, yani adam gibi hüzün, kahredici...
Ömer alıp beni Samatya’ya götürürdü. Müslüm Gürses, büyük gazinoların solisti değildi, onun müşterileri oralardaydı, onun için Samatya’da bir müzikholde çıkardı. Yıkık bir sur vardı müzikholün yakınında... Ömer, “sinek öldüren” dedikleri şaraplardan bir şişe alır, yıkık sura çıkardık, Müslüm programına başlardı, sesi bize kadar gelirdi, Ömer şarap içerdi, sıra “Mehtaplı gecelerde hep seni andım” şarkısına gelince, beni ayağa kaldırır, hazırola geçerdik, bu şarkıyı sonuna kadar hazırolda dinlerdik.
Bu şarkı Ömer’in “İstiklal Marşı”ydı, en harbi arkadaşımın istiklal marşına saygısızlık etmek olmaz, onunla birlikte esas duruşta dinlerdim. Sevdiğimden mi bilmiyorum, bildiğim, yıllar sonra o günün anıları belleğimde canlanınca, bir kaset satan yere girdim, Müslüm Gürses’in külliyatı içinde o şarkıyı söylediği kaseti buldum, eve getirip defalarca dinledim ve hâlâ dinler, en kral arkadaşım
Ömer’i hatırlarım.
Bizi kendisine bağlayan her şarkı, bize bir anımızı yeniden yaşattığı için kendine bağlar, şimdi bunu biliyorum.

Müslüm’ü anlatan nida
Yıllar önce Müslüm Gürses’i kapak yapan “Express” dergisi, onu anlatırken, Cemal Süreya’nın bir saptamasına başvurmuştu. Cemal Süreya “arabesk krallarını” üç “nida” ile anlatıyor: “Orhan Gencebay ‘of’... Ferdi Tayfur ‘ah’... İbrahim Tatlıses ‘Allah Allah’...” Express, “Müslüm’ü anlatan nida ne acaba?” diye soruyordu ve galiba “Oooof, of” diyordu. Katılıyorum ancak bu nidada bir eksiklik var sanırım, “Oooof’a bir de “ulan” eklemeli ve bu nida, “Ooof ulan of” olmalı...
İşte “arabeskin proleterlerini” Müslüm’e çeken bu nidadır... Böyle bir nida olmasa hiçbir yumruk inmez döşe, hiçbir jilet ulaşmaz tene... Bu nida yoksulların iç çekmesidir, bu nida, ancak umutsuz bir yürekten kopabilir.
Onun sesinde umut yoktur, onun sesinin olduğu yerde umut biter çünkü. Onun şarkı söylediği yerde yaşama sevincinden eser kalmaz, onun sesinin olduğu yerde gelecek tasavvur edilmez, heyecanlar ölür, arzulara gem vurulur, her şey demirden bir kahır duygusunun arkasına saklanır, özlem basar, hüzün çöreklenir; umudun zerresi kalmaz orada.
Onun sesinin olduğu yerde hayat, kaçırılmaması gereken bir şölen değildir, hayat “ateşten bir gömlek”... İşte isyan, bu “ateşten gömlek” hayatadır ve bu isyan “Hakkımız değil mi bizim de gülmek / Bizi bu fark yaraları öldürür” diyerek somutlaşır.
İşte budur onu Orhan Gencebay’dan ayıran... Orhan Gencebay, ‘böyle gelmiş, böyle gitmez’ der, Müslüm Gürses’e göre ise, ‘böyle gelmiş böyle gider’ Hiçbir umut yok! Ve o, “Dünya tersine dönse de vazgeçmez...” inadından.
Sanatçı geçinenlerin içinde en tutarlı olanıdır o. Çünkü hayatı şarkıları gibi yaşıyor, hangi hayatı yaşıyorsa da onun şarkısını söylüyor. İbrahim Tatlıses gibi ticarete kafası basmaz, Ferdi Tayfur gibi silik değil, Orhan Gencebay gibi ağır takılmıyor. O ne mafya, ne de marka... O fanatikleri için bir şarkıcı değil sadece, o bir hayat biçimi... Sokakta, dolmuşta, halk otobüsünde, kahvehanelerde, oto tamircilerinde, nohut pilavcıların önünde geçen bir hayat... Biçimsiz bir hayat biraz da, çer çöp içinde...

Gururla bakan adam
Umudun tükendiği, hayatın yaşanılmaz bir hal aldığı, öfkenin büyüdüğü, isyanın filize durduğu bir dünyada, başı hafif yana düşmüş, omuzları geriye kaymış, yüzündeki sevecenlik her daim diri, kahır dolu dünyaya gururla bakan bir adam Müslüm Gürses... Onu sanatçı saymayanlara hiç aldırmıyor ve bunu kendine dert etmiyor da.
Külliyatını karıştırırsanız, bir yerlerde ağır ağır duyulmaya başlayan bir eski zaman sesi gelir kulağınıza. Ağır aksak bir bozkır havası, kırık dökük bir sesten “Ak ellerin salan gelen yar” bozlağına dönüşür.
Sonra hepimizin çocukluğundan kalma “Zahidem” sökün eder, peşinden “Zülüf dökülmüş yüze”... Bu türküleri sadece Neşet Ertaş güzel söylüyor sanıyorsunuz değil mi, cevabınız evetse, bir de Müslüm Gürses’ten dinleyin öyleyse!
Müslüm Gürses, yoksulların toplu iç çekmesi... “Ooof ulan of!”
Haydi, iyileş de şarkı söyle bize!

Haberin Devamı

MUHSİN KIZILKAYA
Nüfus kaydına göre 1966 yılında Hakkari’nin Çukurca ilçesinin Güzereş köyünde doğdu. İlk, orta ve liseyi Hakkari’de okudu. İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden 1987 yılında mezun oldu. Aynı yıl Güneş gazetesinde çalışmaya başladı. 1987-93 tarihleri arasında sırasıyla Güneş, Özgür Gündem, Hürriyet ve Aydınlık gazetelerinde çalıştı. 1993 yılında aktif gazeteciliği bırakarak bir reklam ajansında metin yazarlığı yaptı; 2001 yılından beri Beşiktaş Kültür Merkezi’nde çalışıyor. Yayımlanmış 11 kitabı var. Çeşitli gazete ve dergilere yazılar yazıyor, TRT Şeş’te program, Kürtçeden Türkçeye edebiyat çevirileri yapıyor.

Haberin Devamı

DÜŞÜNENLERİN DÜŞÜNCESİ
“Müslüm Gürses sanatçı geçinenlerin içinde en tutarlı olanıdır. Çünkü hayatı şarkıları gibi yaşıyor, hangi hayatı yaşıyorsa da onun şarkısını söylüyor. O ne mafya, ne de marka... O fanatikleri için bir şarkıcı değil sadece, o bir hayat biçimi... Sokakta, dolmuşta, halk otobüsünde, kahvehanelerde, oto tamircilerinde, nohut pilavcıların önünde geçen bir hayat... Biçimsiz bir hayat biraz da, çer çöp içinde...