Harvard profesörü Joseph Nye’ın yazılarıyla literatüre geçen ‘yumuşak güç’ kavramı, askeri güce dayalı politikalarla uluslararası toplumun tepkilerini çekmek yerine, siyasi ve ekonomik gücü ile sahip olduğu cazip imkânlarını ön plana çıkartarak dünyanın çekim merkezi olan devletleri tanımlıyor. Peki, bu Çin için de geçerli olabilir mi? Mümkün!
Uluslararası politika alanında son yirmi yılda en sık tekrarlanan görüşlerden bir tanesi, hiç şüphesiz, Çin’in “yükselen güç” olmasıyla alakalıydı. Yıllık ortalama yüzde 10 büyüme istikrarı göstererek her on yılda bir gayri safi milli hasılasını ikiye katlayan Çin, uluslararası konjonktürü de iyi kullanarak, özellikle finans piyasalarında ve gelişmiş ülkelerin ekonomilerinde yaşanan son mali kriz ortamında sahip olduğu mali kaynak birikimi sayesinde, dünya siyasetinde eskisine oranla çok daha ağırlıklı bir konuma gelmiş bulunmaktadır.
Yeni bir dönem
Çin’de geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Çin Komünist Partisi’nin 18. Ulusal Parti Kongresi ile birlikte Şi Jinping liderliğinde yeni bir dönem başlamaktadır. Şi’nin nasıl bir liderlik sergileyeceği ve Çin’in gelecek on yıllara dönük stratejisinin ne olacağı konusunda değerlendirmeler yapılmaya başlandı bile. Bu yazıda, sahip olduğu imkân ve kabiliyetler ile Çin’in “yükselen güç” olmaktan artık “yumuşak güç” olmaya doğru hızla ilerlemekte olduğu görüşü savunulmaktadır.
bizce bu mümkün
Yumuşak güç kavramı Harvard profesörü Joseph Nye’ın yazılarıyla uluslararası ilişkiler literatüründe yerini almış ve sıklıkla kullanılmıştır. Nye, ABD’nin 21. Yüzyılda dünya üzerindeki liderliğini sürdürmesi için, olağan üstü askeri gücüne dayalı politikalar izlemesi sonucu uluslararası toplumun tepkilerini üzerine çekmek yerine, siyasi ve ekonomik gücünü ve sahip olduğu cazip imkânları ve bunların diğer milletler üzerindeki etkisini, yani yumuşak gücünü ön plana çıkartarak dünyanın çekim merkezi olmaya devam edebileceğini öne sürmüştür. Benzer bir durum Çin için de geçerli olabilir mi? Bizce bu mümkündür.
SON SÖZÜN AĞIRLIĞI
Bu görüşümüzü destekleyen en önemli göstergelerden bir tanesi dünyanın en büyük şirketlerinin AR-GE birimlerini Çin’e taşımakta olduğudur. Örneğin, dünya devi General Electric, dünya üzerindeki dört AR-GE biriminden bir tanesini (China Technology Center) 2003 yılında Şangay’da açmıştır.
Kısa sürede binlerce kişiyi istihdam eden AR-GE merkezinin gösterdiği başarı gerek GE’nin gerek başka çok uluslu şirketlerin benzer merkezleri Çin’de kurmasının yolunu açmıştır. Böylelikle, eskiden ileri teknoloji ürünleriyle ilgili olarak geçerli olan “designed in Seattle, manufactured in China” (“Seattle’de geliştirildi, Çin’de üretildi”) ifadesi yerine artık “designed in China, manufactured in China” (“Çin’de geliştirildi, Çin’de üretildi”) ifadesi daha geçerli olmaktadır.
Önceleri, ucuz işgücü sebebiyle Batılı şirketlerin Çin’de yaptıkları yatırımlarını takip için gönderdikleri elemanlar burayı “mahrumiyet” bölgesi olarak değerlendirir ve muhtemelen şirketlerin en vasıflı olanları arasından seçilmezdi. Çin’in son yirmi yılda dörde katlanan ekonomik gücü ve bunun sağladığı kalkınma ve gelişme sayesinde bazı bölgelerindeki yaşam standartları Batı’nın önde gelen şehirlerini gölgede bırakacak düzeylere ulaştı.
ÇEKİM MERKEZİ
Artık, mahrumiyet bölgesi olarak görülmek bir yana, şirketlerin üst düzey yöneticilerinin gitmek için birbirleriyle yarıştığı, bu sebeple Çin dilini ve kültürünü ileri seviyede öğrenmek istedikleri bir ülke konumuna geldi. Batı’daki ve özellikle Kuzey Amerika’daki en seçkin üniversiteleri dolduran Çinli öğrenciler gibi artık Batılı ülkelerin iyi öğrencileri Çin’deki seçkin üniversiteler gitmek, yüksek lisans ve doktora çalışmaları yapmak için sıklıkla başvurmaktadır.
Bu özellikleriyle birçok bakımdan çekici ülke konumuna gelmekte olan Çin, aynı zamanda hem veto gücüne sahip Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi olması, hem de Nükleer Silahlara Sahip Devlet statüsünde olması sebebiyle uluslararası gelişmelerde son sözü söyleyebilecek ağırlığa da sahiptir.
Rusya gibi değil
Ancak, bu ağırlığını, benzer konumda olan ABD gibi uluslararası toplumun tepkisini çekecek şekilde sıklıkla silaha başvuran şekilde; ya da sürekli olarak, ABD’ye tepki göstermek ve onun politikalarını dengelemek için silaha başvurma tehdidinde bulunan Rusya gibi pervasızca kullanmamaktadır. Çin, tarihi ve kültürel birikimin de kendisine sağladığı bilgelikle ve suhuletle uluslararası gelişmelere yaklaşmakta ve olayların yönünü tayin edebilecek etkiyi yapabileceğini göstermektedir. Bu kapasitesini küresel boyutlu olarak geliştirmesi ve kullanması durumunda yeni “yumuşak güç” olarak kabul edilmesi güç olmayacaktır.