Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye Psikiyatri Derneği Diyarbakır Şubesi’nden dört kişilik bir heyet Uludere ilçesine bağlı Ortasu ve Gülyazı köylerine giderek yaptıkları araştırma ve gözlem sonuçlarıyla ilgili bilgi verdi. Buna göre, “Bölgede öfke ve umutsuzluğun hâkim olduğu ve kadınların yas tutmak amacıyla artık renkli kıyafetler yerine siyah elbiseler giydiği” belirtildi.

Farklı bir hayat
Türkiye’de Güneydoğu’daki çatışma bölgelerinin dışında yaşayanlar için gazete ve televizyonlara yansıyan çatışma haberleri bir yönüyle üzücü, bir yönüyle can sıkıcı, bir yönüyle de kanıksanmış nitelik taşımaktadır. Bu haberlerin içinde etkisiz hale getirilen terörist sayısı (bu öldürülen yerine kullanılır), yaralı ve şehit haberleri yer alır. Okuyucular için haber burada biter. Daha sonra hangi tarafta olursa olsun geride kalanların hayatlarından bir haber çıkmaz. Ölen ölür ve onlar için bildiğimiz hayat biter.
Ancak hem ölenlerin yakınları, hem yaralananlar, hem de çatışmaya katılıp yaralanmadan hayatta kalanlar için çatışma anından itibaren farklı bir hayat başlar. Yaralananlar eğer aldıkları yara kendilerinde önemli ve kalıcı bir iz bırakmışsa bunun getirdiği eksiklikle hayata uyum sağlayıp yaşama tutunmaya çalışır ve tekrar tekrar çatışma anını yaşar. Zaman geçip çevrelerindeki ilginin azalması, acınma ve kendine acıma duygusu depresyona ve öfkeye dönüşür.

Kanın laneti!
Bundan aylarca önce yazdığı bir yazıda Ece Temelkuran, “karşı tarafı bitirerek ve kökünü kazıyarak” elde edilebilecek bir barışı sorguluyor ve yazısını şu çarpıcı tespitle tamamlıyordu:
“Sanki öldürenin ölenden daha çok bir hayatı olabilirmiş gibi... Öldüren ölenle ölmezmiş gibi... Kanın laneti silinirmiş gibi...”
Bir silahlı çatışma sonrasında görünen yaraları iyileştirmek için bilinen bütün imkânlar kullanılır. Ancak savaşın görünmeyen yaralarını iyileştirmek için aynı özen gösterilmez. Silahlı bir çatışma ortamında bir süre geçiren kişi, görme alanı içine giren her hareketin bir tehdit olduğunu hissederek yaşamaya devam eder. Bu duruma literatürde, “Travma sonrası stres bozukluğu” denir.
Savaş ve bir terör olayıyla karşılaşmak en yüksek düzeyde stres doğurma özelliğine sahiptir. Bu tür deneyimlerden geçmiş bazı gaziler sağlıklarını korumayı başarırlar. Ancak gazi ve savaş kurbanlarının büyük çoğunluğunun kendileri ve geride bıraktıkları için durum farklıdır.
Savaş insanlar üzerinde büyük çoğunlukla kalıcı ve yıkıcı bir etki yaratır. Ancak bu konuda esas belirleyici olan savaş koşullarıdır. Örneğin ateş hattında olmak veya dışında olmak önemli bir belirleyicidir. Askerlik hizmetini ateş altında mücadele ederek geçirenlerin, böyle bir deneyim yaşamayanlara kıyasla daha kısa yaşamakta oldukları bulunmuştur. Savaş koşulları ne ölçüde rahatsız edici ve yabancılık yaratıcı ise, sağlık üzerindeki yıkıcı etki o ölçüde artmaktadır.

Şiddet eğilimi
Sürekli ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olmak, yakın arkadaşlarının öldüğünü görmek, bazen onların kollarında ölmesinin çaresizliğini yaşamak, bu hırsla “düşmana” acımasızca davranmak zorunda kalmak ve onları öldürmek, insan üzerinde hayatı boyunca devam edecek etkiler yaratır.
Bu etkilerin büyük çoğunluğu birçok kişi için, hayat boyunca ağırlaşarak devam eder. “Post travmatik stres bozukluğu” olarak adlandırılan bu belirtilerin başlıcaları, uyku bozukluğu, alkol kullanımı, depresyon, kalp hastalıkları, insanlardan uzaklaşma ve sosyal uyum zorlukları, panik anksiyete, şiddet eğilimi ve intihar düşünceleridir. Burada sıralanan belirtiler arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır.
Bu belirtilerden sadece kalp hastalıkları doğrudan ölüm nedeni gibi görünmektedir. Oysa depresyon ve buna bağlı olarak ortaya çıkan insanlardan uzaklaşma, kişinin sağlıklı ve üretken bir iş hayatına sahip olmasını engellemektedir. Benzer şekilde alkol ve madde kullanımı, şiddet eğilimi kişinin bulunduğu ortamda soyutlanmasına ve haksızlığa uğradığı duygusunu yaşamasına neden olmaktadır.

Erken ölümler
Savaş sırasında eşten ve evden uzun süreli ayrılıklar ve döndükten sonra, bazılarını yukarıda sıraladığımız türden sorunlar, boşanmaya ve ailenin dağılmasına yol açarak, sorunların birbirini besleyerek büyümesine neden olmaktadır. Ateş hattında geçen sürenin uzunluğu travma sonrası stres bozukluğunun ortaya çıkardığı problemleri şiddetlendirmekte, hostil (düşmanca) ve saldırgan eğilimleri artırmakta, bu da doğrudan koroner kalp hastalıklarını tetiklemektedir.
Ağır travma yaşayan gazilerin hayatlarının daha sonraki yıllarında kronik hastalıklar geliştirme ihtimalleri, böyle bir etkiyle karşılaşmayanlara kıyasla çok yüksektir. Bu da ateş hattında savaşanların erken ölüm riskiyle karşı karşıya olduklarını göstermektedir.

Savaşın galibi yok
Ateş hattında bulunmak ve sonra sağ olarak geri dönmek, sıkıntılı bir görevin yerine getirildiği anlamına gelmemektedir. Savaş gazilerinin büyük bir bölümü yaşadıkları travma ve rahatsız edici yaşantı ve şiddetin etkisiyle başarılı bir çalışma hayatına sahip olmak, sağlıklı bir evlilik sürdürmek ve bulundukları sosyal çevrenin uyumlu bir üyesi olmakta ileri derecede zorluk çekmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse, savaşarak sağ olarak geri dönüş, insanın hayatını damgalamakta ve o kişi için hiçbir şey eskisi gibi olmamaktadır.
Cepheden geri dönüş, gerek vatani görevini yapanlar, gerekse profesyonel askerler için bir bitiş ve rahatlatma değil, tam tersine “öldüreni ölenden daha yaman” bir hayatı beklediği bir süreci başlatmak anlamına gelmektedir. Bu nedenle cepheden dönen “kahramanlarımız” için yapmamız gerekenler, onları takdir etmenin ve yüceltmenin çok ötesine geçmektedir. Bu noktada karşımıza hazırlıklı olmadığımız iki sorun çıkmaktadır.
Birinci sorun, sorumluluğumuzun gazilerin fiziki yaralarını sarıp iyileştirmekle bitmeyip, esas bu noktadan sonra görünmeyen yaralarını sarma sorumluğunu kabul etmektir. İkincisi ise, dağlarda “etkisiz hale getirilenlerin” geride bıraktıklarındaki kin, nefret ve düşmanlıkla başa çıkmanın mümkün olmadığıdır. Bunun için çok daha derinlemesine, sadece anlayış değil “cesaret” de isteyen bir anlayış gereklidir. Görüldüğü gibi bir savaşın galibi yoktur.

Cesaret zamanı
Bir silahlı mücadelede öldürenin yakınları da, yaralananlar da, savaşarak hayatta kalanlar da yaşamları boyunca yaşadıkları mücadelenin görünmeyen yaralarını ve izlerini taşırlar. Bizim gazetede haber olarak okuyup geçtiğimiz bir olay, olayın içindekiler için hiçbir zaman unutulmaz.
Bu nedenle de olayın tüm tarafları için ciddi ve derinlemesine sistemli bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Türk ulusunun tarihi toplu kahramanlık, bireysel cesaret ve fedakârlık örnekleriyle doludur. Ancak unutmamak gerekir ki, bazen barış yapmak, savaşmaktan daha büyük cesaret ister ve sanıyorum bu cesareti gösterme zamanı gelmiştir.

Haberin Devamı

Esas sorun savaşın kapanmayan yaraları

Prof. Dr. Acar Baltaş
Ortaöğrenimini İstanbul Erkek Lisesi’nde, yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nde tamamlayan Acar Baltaş, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Klinik Nörofizyoloji Dalı’nda yüksek beyin fonksiyonları konusunda doktora çalışması yaptı, 1981’de Nörofizyoloji alanında Tıp Bilimleri Doktoru (M.Sc.Dr.), 1986 yılında Uygulamalı Psikoloji Doçenti, 1996 yılında da Profesör unvanını aldı. 1977-1997 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Anabilim Dalı’nda çalışmıştır.
Prof. Dr. Zuhal Baltaş’la birlikte yazdıkları ‘Stres ve Başaçıkma yolları’ ve ‘Bedenin Dili’ adlı kitaplarının yanı sıra, öğrenmenin bilimsel temelleri ve bu temel üzerindeki uygulamalarını konu alan çalışmaları derlediği yedi el kitabının yazarıdır. Baltaş, kurumsal eğitim ve danışmanlık veren Baltaş Grubu’nun başkanıdır.