Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İoanna Kuçuradi / T.C. Maltepe Üniversitesi - Kendi gözlerimizle tanıklık etmediğimiz olayları öğrenmek için her akşam izlediğimiz TV kanallarının bize gösterdikleri, çoğunlukla hunharca işlenen cinayetlerden, sorumsuzca araba ve motosiklet kullanmaktan kaynaklanan kazalardan, son yıllarda ayrıca gitgide artan sel felâketlerinden ve orman yangınlarından, yeniden başlamış olan silahlanma yarışından, geçen şubat ayından beri de Ukrayna-Rusya savaşından oluşuyor.

Medya mensuplarının olan bitenlerden neleri, nasıl seçerek haberleştirdikleri sorusunu burada bir yana bırakıyorum. Ama bu olan bitenlerle savaşmak istiyorsak, dünya düzeyinde içinde bulunduğumuz 2020’li yıllardaki durumun önce adını doğru takmak, sonra da nasıl ortaya çıktığını ana etkenleriyle ortaya koymak, yani söz konusu durumu tarihsel bir durum olarak açıklamak gerekiyor.

Haberin Devamı

Bir cinayeti işleyen kişi hakkında bilgi sahibi olmadan, tekliğinde bir eylemini anlamak mümkün değilse de günümüzün bir olgusu olarak böyle eylemlerin arka planına parmak basılabilir, yani bunlara yol açan arka plandaki ana anlayışlar açığa çıkarılabilir. İşte bu anlayışları açığa çıkarmak gerekiyor. Çünkü bu yapılmadan, bu durumdan çıkarabilecek etkili önlemleri almak imkânsız görünüyor.

Bu söylediğimi yapabilmek için şu soruyu verilere dayanarak cevaplamak gerekiyor: 21. yüzyılın ilk çeyreğinde içinde bulunduğumuz, yukarıda kaba çizgileriyle betimlenen durum nasıl bir durumdur. Ve nasıl ortaya çıktı? Ülkeler olarak ve insanlık olarak yapmamamız gereken yaptıklarımız nelerdir?

Bazı düşünürler tarafından ona verilen “post-truth/hakikat ötesi” adı, içinde bulunduğumuz duruma uygun bir ad görünüyor. Bu durumun nasıl oluştuğuna gelince: Benim görebildiğim kadarıyla, içinde bulunduğumuz durumun arka planında yanlış bir özgürlük anlayışının yaptırdıkları bulunuyor: çekici görünen adıyla serbest (free) pazar ve postmodernizmin “anything goes/ne olsa olur/ne olsa gider” anlayışının yaptırdıkları. Gerçekten de bugün “ne olsa gidiyor”, nerede söz konusu olabileceği düşünülmeden çoğulculuk övülüyor; intikama adalet, hırsların-arzuların başıboş dal budak salmasına da özgürlük adı veriliyor.

Haberin Devamı

Yapılan ilgili tartışmalara bakılırsa, yukarıda sözünü ettiğim suçlara karşı çare olarak yaygın şekilde düşünülen, cezaların arttırılmasıdır. Kısır bir döngü olarak görünüyor bana bu çare olarak düşünülen.

Bu durumla savaşabilmek, uzun soluklu önlemler almayı, alınca da onları kesintisiz, zikzaklar çizmeden izlemeyi gerektiriyor. Bu önlemlerin başında, örgün ve yaygın eğitimin ana amaçlarını, başka bir deyişle felsefî bilgiye dayanan değerler eğitimini ve bu amaçlara götürebilecek yolları tartışmak, bu tartışmanın ışığında da mevcutları değerlendirmek ve gerekli değişiklikleri yapmak geliyor. Bu söylediklerimi de yalnızca görünüşte yapmaktan alıkoyacak olan ise ülkelerin “gelişmişliği”nin ölçütünü değiştirmektir.

Bilindiği gibi yıllardan beri bir devletin gelişmişliğinin ölçütü, o ülkenin gayrisafi millî gelirinin yüksekliğidir. Ne var ki bugün en yüksek millî gelire sahip olan bazı devletlerde insanlara dayatılan yaşam tarzlarına baktığımızda, orada da insanların insan olmaya yakışmayan/ona ters düşen bir muamele gördüklerini görüyoruz. Örneğin gayrisafi millî geliri en yüksek ülkelerden ABD’de olduğu gibi bazı Körfez ülkelerinde de hâlâ ölüm cezası verilip infaz ediliyor. Bunlara “gelişmiş ülke” demeye diliniz varıyor mu? Bilmiyorum. Benimki varmıyor.

Haberin Devamı

‘Gelişmiş olmak’ ne demektir? Bu soruya bilgisel bir cevap verebilmek için, kimin/neyin ‘gelişmişliği’den söz ettiğimizi de eklemek ve ‘gelişmiş olma’ sözüne ilişkin yaygın olumlu bir değer yargısı ya da bir önyargı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Ülkelerin ‘gelişmişliği’ söz konusu olunca, “en gelişmiş ülkeler”, bakılan anda insanlarına insansal olanaklarını geliştirme imkânını en yüksek derecelerde sağlayan ülkeler olsa gerek. Bunu daha yalın bir dille söylemek için, diyebilirim ki, ‘gelişmiş ülke’, insanlarının insan haklarını en çok koruyan ülke olsa gerek.

Bugün, insanlık olarak yaşadığımız felâketlerle savaşmanın en umutlu yolu, ülkelerimizde –sonra da tüm dünyada– açık kavranılmış insan haklarının korunmasından, yani içinde bulunulan koşullarda gerektirdiklerini düşünüp yapmaya çalışmaktan geçer.