Ülkemizde son zamanlarda sıklıkla görülen ve hayatı felce uğratan sel felaketleri, kamuoyunun ve hükümetimizin bu sorun üzerine önemle durmasına neden olmuştur. Ani sağanak yağışlar sonucu, akarsu havzalarından ya da yan derelerden gelen seller, bu akarsuların mansabında yerleşime müsaade edilen halkı, karşılanmak olanaksız bir sürü sosyo - ekonomik sorunlarla karşı karşıya getirmiş ve hatta can kaybına da neden olmuştur. Reuters Ajansı da, şiddetli yağışlar ve seller bakımından ülkemizin, selden etkilenen diğer ülkeler arasında birinci sırada yer aldığını bildirmektedir.
Ülkemiz, morfolojik yapı itibariyle, engebeli bir özellik gösterir. Dolayısıyla erozyon zararlarının etkilerini hemen her yerde görmek olasıdır. Denilebilir ki , Türkiye bir erozyon koleksiyonu görünümündedir. Bu dramatik durum, yabancı uzmanlar tarafından da doğrulanmaktadır. Nitekim 1950’de Irak hükümeti adına Fırat ve Dicle nehirlerinin yağış havzalarında erozyon etüdü yapmış ve bunu bir rapor halinde ilgililere sunmuş olan Mr. Chapman ve Mr. Waterer adındaki iki İngiliz ormancısı, bu havzaların erozyon durumunu belirtmek için “Erozyon mezarlığı” deyimini kullanmışlardır. Burada gerçekten arazi, erozyon ile hayaliyetini kaybetmiş ve cansız toprakların gömülü bulunduğu âdeta bir mezarlık görünümünü almıştır.
Anadolu kötü örnek
Doğal bitki örtüsünün asırlarca süre gelen tahribatı sonucu, verimli topraklar söz konusu nehirler tarafından sınırlarımız dışına taşınarak bugünkü “Mezopotamya Vadisi”ni oluşturmuştur. Ülkemizdeki erozyonun korkunç boyutlarına işaret eden eski ABD Orman Genel Müdürü, F.A. Silcox’da Times’deki makalesinde, “Bilgisiz orman kesimi sonucunda bir ülke ne hale düşer, bilmek istiyorsanız, size bu bakımdan klâsik bir örnek olarak Anadolu’yu gösterebilirim” diyerek Amerikan kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Gerçekten durumumuz o kadar düşündürücüdür ki, buna benzer sözleri ve uyarıları pek çok yabancı ders kitaplarında da bulmak olasıdır.
Örneğin; İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde “Anadolu’da Arazi Dejenerasyonu” adı altında ayrı bir ders de okutulmaktadır.
Erozyon ve buna bağlı olarak oluşan seller, orman ve çayır-mera arazileri dışında kalan sürekli bitki örtüsünden yoksun eğimli arazilerde, bir hayli toprak materyalinin taşınmasına neden olur. Böylece çıplaklaşan ve infiltrasyon özelliğini kaybeden arazilerde yüzey akış, dolayısıyla seller hasır olur.
Seller aslında, yağışın, infiltrasyon ve evaporasyon ( toprak üstü buharlaşma) kayıplarından arta kalan kısmı olup, buna “Taşkın” veya “Feyezan” adı da verilmektedir. Sel suları daha sonra çukur yerlere, göllere, çaylara, ırmaklara, denizlere ve okyanuslara ulaşmaktadır. Kuşkusuz, sellerle birlikte tonlarca toprak ve bitki besinleri de yok olmaktadır.
ÖRTÜ KORUNMALI
Sellerin oluşunda yağışlar (sağanak yağışları) ile yağış havzası ya da su toplama sahasının bazı önemli özellikleri etkili olmaktadır. Miktarca çok, kısa süreli, çok şiddetli sağanak yağışlar büyük ölçekte sellerin oluşmasında rol oynar. Kurak periyotta yağışın önemli bir kısmı buharlaşacağından, seller de azalır. Kış mevsiminde don etkisiyle arazide çok fazla sel meydana gelir.
Sellerin oluşmasında ikinci husus, yani yağış havzası veya su toplama havzasına ilişkin özellikler önemlidir. Havzada sürekli bitki örtüsü ile kaplı bulunan orman ve çayır-mera arazileri kabiliyetine göre kullanılmalı; tarla açmaları, kökleme, usulsüz kesiler, yangınlar, aşırı hayvan otlatma, yanlış tarım uygulama ve yerleşme önlenmeli; sürekli örtü daima korunmalı ve canlı tutulmalıdır.ARA
Türkiye’de sel felaketleri saymakla bitmez: Örneğin, 11 Eylül 1957’de Ankara’da 169 vatandaşımızın ölümü ve 21.5 milyon TL zararla sonuçlanan taşkın ile 24 Mayıs 1958’de Çankırı’da 17 kişinin yaşamına mal olan ve 6 milyon TL zararla sonuçlanan taşkınlar, o zamanlar kamuoyunu ve hükümeti günlerce işgal etmiştir.
Araştırmalara göre, Ankara feyezanından sellerle 1.5 ton nitratın, 0.3 ton fosfatın, 7.2 ton potasın ve 291.6 ton kirecin taşındığı saptanmıştır.
HALİÇ DOLDU
Son zamanlarda ülkemizde görülen, kamuoyu ve hükümeti son derece düşündüren Senirkent, İzmir, İstanbul, Antalya, Alanya, Çanakkale sel afetleri can ve mal kaybına neden olmuş, nitekim Senirkent’te yerleşim yerine, dereden 4-5 metre kalınlığında çamur akmış, korkunç boyutlara ulaşmıştır.
Artık doğal denge bozulduğu için bir sağanak yağış ile hemen seller vuku bulmakta; erozyon sonucu ana kayanın açığa çıktığı sahalarda, yağış infiltr ve toprak içinde perkole olamadığı için, yüzey akışa geçerek sellere neden olmaktadır.
Erozyon ve sel zararlarına tipik bir örnek de İstanbul’un gözbebeği ve bir zamanlar dinlenme aşanı olarak yararlanılan Haliç, bugün için Alibey ve Kağıthane derelerinin taşımış olduğu millerle ve sanayi atıkları ile dolmuş durumdadır. RA
EKONOMİYİ VURUYOR
Göller, rezervuarlar ve barajlar da sellerle taşınan erozyon materyali (siltasyon) ile dolmakta, faydalı hacimleri azalmakta ve bu tesisler beklenen fonksiyonlarını yerine getirememektedir. Örneğin, 1957’de, su ile dolmaya başlaya Sarıyer Barajı, onda bir ölü hacmini kaybettiği gibi, bugün faydalı hacminin hemen yarısını kaybettiği söylenebilir.
Baraj beklenen fonksiyonlarını yerine getirmediği için, seller dolayısıyla millenmenin, ulusal ekonomi üzerinde ne kadar zararlı olduğu ortadadır. Bu bağlamda, diğer tipik bir örnek de, 1935’te Atatürk’ün direktifleriyle kurulan Çubuk I barajıdır. Baraj 1953’te sellerin taşıdığı millerle 18 yılda dolmuş, dolayısıyla terk edilen Çubuk II barajı inşa edilmiştir. Bilindiği gibi barajların üçte ikisi mille dolarsa, tesis elektrik enerjisi üretemez. Sonunda terk edilir. Durum diğer barajlar içinde aynıdır. Atatürk Barajı bile bugün için millenme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Barajların ömrünü siltasyondan korumak ulusal bir ödevdir. Bu da çok fazla emek, zaman ve masraf isteyen güç bir iştir.
Yağış havzaları ve yan dere ıslah çalışmalarında ABD’nde kurulan “Ordu Mühendisliği” bu işi üstlenmiş bulunmaktadır. Bizde de vakit kaybetmeden, erozyon savunmasında son derece önemli olan bu konunun ele alınması gerekmektedir.
26 yağış havzası
Sonuç da, erozyon zararlarının had safhada bulunduğu ülkemizde, son zamanlarda çok sık görülen seller, ulusal ekonomi ve can güvenliği açısından büyük sorunlar yaratmaktadır. Türkiye’de sellerin önlenebilmesi için, yağış havzaları ve yan derelerin ıslahı bazında konunun ciddiyetle ele alınması gerekmektedir.
Böylece 26 yağış havzasında etkin bir “Toprak reformu” uygulayarak, orman, çayır-mera ve tarım arazileri planlı bir yönetime tabi tutulmalı; ormanlar iyi korunarak bozuk sahalar onarılmalı; çayır-meraların ıslahı ve yönetimini üstlenecek uzmanlar yetiştirilmeli; tarım alanları iklim bölgesine göre değişen, paralel ve meridyen derecelerini izleyen standart “ Çiftlik birimlerini”ne ayrılmalı; en önemlisi 1984’te kaldırılan “Topraksu Genel Müdürlüğü” geniş yetki ve olanaklarla tekrar faaliyete geçirilmelidir.
Erozyon ve bunun doğal sonucunda oluşan sellerle savaşın çok önemli bir iş olduğu düşünülürse, ıslah çalışmalarının daha etkin ve ciddi yürütülebilmesi için “Ordu Mühendisliği”nin bir an önce kurularak faaliyete geçirilmesi gündeme getirilmelidir.
Prof. Dr. Hayati ÇELEBİ
1931’de İskilip’te doğdu. İlk ve orta öğretimini Ankara’da bitirdi. 1954’te Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden mezun oldu. 1956-1958’de DSİ Genel Müdürlüğü’nde “Erozyon Kontrol Mühendisi” olarak “Havza Amenajman ve Yanderelerin Islahı” konularında çalıştı. 1958’de AÜ Ziraat Fakültesi’nde asistan oldu, 1962’de doktorasını vererek, aynı yıl içinde Atatürk Üniversitesi’ne tayin oldu ve 1972’de “Profesör” unvanı aldı. Prof. Çelebi 1964-1966’da ABD Nebraska Üniversitesi’nda araştırmalarda bulundu. Prof. Çelebi 1976-1979 arasında “TÜBİTAK” da “Danışma Kurulu Üyesi” olarak vazife aldı. Emekli olan Prof. Çelebi evli ve 3 çocuk babasıdır.
DÜŞÜNENLERİN DÜŞÜNCESİ
“Son zamanlarda çok sık görülen seller, ulusal ekonomi ve can güvenliği açısından büyük sorunlar yaratmaktadır. Türkiye’de sellerin önlenebilmesi için, yağış havzaları ve yan derelerin ıslahı bazında konunun ciddiyetle ele alınması gerekmektedir. Böylece 26 yağış havzasında etkin bir ‘Toprak reformu’ uygulanmalıdır”