Türkiye, Kürt sorununda belki de en kritik eşikte bekliyor. ‘Taraflar’ şimdiye kadar hiç olmadığı kadar ciddi bir çözüm için fedakârlık yapıyor, risk alıyor. Kürt sorununun bir alt kümesi olan terör yüzünden canı yanmış insanlar bile çözüm için gördükleri zarar konusunda yutkunmaya hazır. Müzakere sürecinin büyük ümitlerle başlaması güzel, ancak önemli bazı konuları hatırlatmak gerekiyor.
İlk olarak, Kürt meselesi 15-20 yıl önce belki yoğun olarak bir demokratikleşme ve kalkınma sorunuydu ancak şimdi bir kimlik sorunu. Demokratikleşme ve kalkınma Kürt meselesinin tabii ki hala özünde duruyor, ancak sadece bunları düzelterek bu sorunu çözmek imkanı kalmamıştır. Kimlik sorunlarının tipik bir sonucu olarak Kürt kimliğinin idari taleplerini de karşımızda görebileceğimizi kabullenmek gerekiyor.
Zaman zaman duyduğumuz siyasal tekerleme, bize memlekette “Çerkez, Laz, Kürt....” yetmiş iki buçuk milletin olduğunu söyler.
Kürtler bir arada
Ancak Kürtlerin küçük bir farkı var: Dağınık olarak yaşayan diğerlerine göre Kürtler, yoğun olarak ve tarihten beri belirli bir yerde yaşıyorlar. Cesaretle şunu yazmak gerekiyor: Kürtlerin kendileri ile özdeşleşmiş bir coğrafyası da var. Ne Çerkezler ne başka bir etnik grup Türkiye’de böyle bir vasfa sahip değil. Dolayısıyla artık bir kimlik sorunu haline gelmiş Kürt meselesinin çözümü kendileri ile özdeşleşen bu alanın idari olarak da nasıl yönetileceği (özerklik, güçlü yerel yönetim, federalizm) meselesiyle ilgilidir. Kürt sorununu salt demografik sorun olarak görmek yetersiz bir yaklaşımdır, ne ölçüde olursa olsun son tahlilde Kürtlerle özdeşleşmiş -ancak Türkiye’nin parçası- bir bölgenin de idari reformunu soğukkanlı biçimde konuşmamız gerekiyor.
Türk tarihinde var
Aslında türlü yerel yönetim modelleri Selçuklulardan beri Türk idari tarzının sevdiği modellerdir. Özerklik ve federalizm gibi kavramları bize korkutucu hale getiren Cumhuriyet döneminde edindiğimiz siyasal kültür. Şüphesiz Cumhuriyet’in ulus-devlet inşa etmek gibi bir mazereti vardı. Ancak bugün geldiğimiz noktada ulus-devleti dönüştürmek ve devam ettirmek için ölçülü olarak merkeziyetçilikten kurtulmak zaruret haline gelmiştir.
İkinci nokta şudur: Kürt meselesini bastıran geleneksel Ortadoğu çökmüştür. Kuzey Afrika’yı çıkarırsak merkezi Ortadoğu’nun üç büyük ülkesi (Mısır, Irak, Suriye) buhran içindedir. Çökmekte olan bu yapı, Kürtlere, 20. Yüzyılın başındaki gibi kritik bir fırsat sunuyor. Irak ve Suriye’nin çöktüğü bir yapı içinde Kürtleri, Sevr-Lozan aralığının bir yerinde tutmak neredeyse imkansız hale geliyor. Sorunu düşünürken uzun vadede artık Kürtlerin bir tür uluslaşma sürecinin ileri fazında olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Türkiye, sadece kendi topraklarında değil bütün bölgede, uluslaşan ve daha çok siyasi hak talep eden Kürtlerle paralel bir paradigma inşa etmelidir.
Siyasal yutkunma
Karşımızda feci sosyal ve siyasal sonuçlar doğurmuş bir sorun var. Bu tip etnik sorunların barışçı çözümü hiçbir zaman mutlak adalet ekseninde gerçekleşmez. Kürt sorunu gibi bir mesele konuşarak halledilecekse, her iki taraftan, zarar edenlerin bütün acılarına rağmen yarım yamalak bir adalete razı olmaları gerekiyor. Metaforik olarak herkes siyasi bir yutkunmaya hazır olmalı. Kürt sorunu gibi girift bir konu “zarar gören herkesin hakkı teslim edilsin” ilkesi ile çözülemez. O nedenle pek çok hesap görülmeden yarım kalacak. Ancak içinde ölümün olduğu bir sorunun konuşarak çözümünü meşrulaştıran en büyük faktör bizatihi zarar görenlerin bu siyasi yutkunuşudur.
Sorunların anası
Araplar, Filistin sorunu için sorunların anası ifadesini kullanırlar. Kürt sorunu da Türkiye’de sorunların anasıdır. Ancak bu sorun müzakere yoluyla çözümlenebilirse çok büyük bir enerji ortaya çıkacaktır.
Neredeyse toplumsal kan davasına dönmüş Kürt sorununu yutkunarak, taviz vererek çözebilen Türkiye ‘olgunlaşacaktır’. Temel mesele, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri devletin ve toplumun büyük kesiminin bir yüzleşme yaşamamış olmasıdır. Biz, uzun bir süredir “her konuda haklı bir milletiz”. Kürt sorununun müzakere yoluyla halli hepimize yüzleşme, taviz verme, zarara uğrasak bile siyaseten konuşmaya devam etmeyi öğretebilir. Daha sonra bu tecrübe ile mesela Alevilerin statüsü ve hakları konusu gibi başka sorunları çözmek daha kolay hale gelecektir.
Dinamikler ve riskler
Kürt sorununda türlü sosyal rezervasyonlara rağmen bugünkü ümitli duruma gelişimizin iki ana kaynağı var: Sosyal bezginlik ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kredisi! Ancak, bu iki dinamik kaynak hem fırsat hem de risk sunuyor.
Toplumsal bezginlik müzakereleri meşrulaştıran en büyük dinamik kaynaklardan biri.
Hem Kürtlerden hem Türklerden geniş bir kütle artık bu meseleden bıkmış durumda. Sorunun çözümü için kamuoyu yılların verdiği yorgunlukla adeta hazır hale gelmiş.
Bezginlik bir siyasi kredi meydana çıkarabilir ancak bunun çok riskli olduğunu unutmamak gerekiyor. Bezginlikten gelen kredi eğer süreç ciddi yara alırsa tam tersi bir öfkeye dönüşebilir veya tatmin edilmezse derin bir ümitsizlik ortaya çıkabilir.
Şüphesiz sürecin ikinci dinamiği Erdoğan’ın meşruiyet üretme kapasitesidir. Erdoğan, Kürt meselesi gibi çetrefilli bir konuda bile ciddi ölçüde toplumu ikna edebilme yeteneğine sahiptir. Siyasette doğru stratejiyi bilmek yetersizdir, güçlü de olmak gerekir. Siyasette güçsüz insanların doğruyu bilmesinin de pratik bir faydası yoktur.
Erdoğan’ın siyasi gücü, Kürt meselesinde toplumu ikna etmek ve risk almak gibi engelleri aşmayı mümkün hale getiriyor. Bir bakıma Kürt meselesinde “Erdoğan’ın kredisi” yoğun olarak kullanılıyor.
Bunun ise riskli tarafı şudur: Kürt sorununu çözen yahut bir ciddi çözüm eksenine koyan Erdoğan, benzeri görülmemiş bir güç sahibi haline gelecektir. Kürt sorunu, Cumhuriyet’i bir tür ‘Fetret Devri’ içine sokmuştur. Ülke, otuz yılı aşkın bir süredir bu sorunun içinde boğuşmaktadır.
Hiç şüphe yok ki bu sorunu çözen aktör, Fetret Dönemi’ni bitirip yeniden Osmanlı birliğini sağlayan Çelebi Mehmet gibi Cumhuriyet’in adeta ikinci kurucusu olacaktır.
Erdoğan’ın yeri
Şüphesiz bu gayet doğaldır. Erdoğan değişik açılardan çok başarılı bir siyasidir, mesela ülkenin milli gelirini neredeyse üç katına çıkarmıştır. Kürt sorunu gibi bir konuyu da hal yoluna koyarsa siyasetin doğası gereği daha güçlü bir lider haline gelecektir. Bu konuda bugünden karamsar bir tablo çizmek doğru olmaz.
Ancak şunu not etmek gerekiyor: Erdoğan ve toplum arasında yeni bir algı sözleşmesi gerekiyor. Erdoğan çok az siyasinin sahip olduğu güce sahiptir ve bu gücünü ülkenin girift konularını çözmek için harcamaz ise tarihsel bir fırsat kaçırılacaktır. Beklenti, nadiren bulunan bu siyasi güç elindeyken Erdoğan’ın Türkiye’nin sorunlarının üstüne gitmesidir.
GÖKHAN BACIK
Zirve Üniversitesi Siyaset Bilimi öğretim üyesi olan Doç. Dr. Gökhan Bacık, Ortadoğu’da devlet-toplum ilişkileri konusunda çalışmalar yapmaktadır. Makaleleri, Foreign Affairs, Middle Eastern Studies, Middle East Policy gibi seçkin uluslararası dergilerde yayımlanan Bacık, Türkiye Bilimler Akademisi asosiye üyesidir. Makaleleri çeşitli dillere çevrilen Bacık farklı ülkelerdeki üniversitelerde dersler ve konferanslar vermiştir. Türkçe ve İngilizce kitapları olan Bacık’ın en son Ortadoğu’da devlet üzerine yazdığı kitabı (Hybrid Sovereignty in the Arab Middle East) ABD’de yayımlanmıştır.
İrtibat telefonumuz: 0212 337 92 03. Mail adresi:dsazak@milliyet.com.tr