Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV), Konda ile birlikte yaptığı “Yeni Anayasaya Dair Tanım ve Beklentiler Saha Araştırması” raporunu geçtiğimiz hafta kamuoyuyla paylaştı. Bu çalışmada yeni anayasa sürecinde tartışma yaratan kimlik, laiklik, hükümet sistemleri, anadilde yaşama hakkı, Diyanet kurumu ve din dersleri, devletin nitelikleri gibi konular 18 yaş üstü 2700 kişiye yüz yüze soruldu.
Sonuçlar, Türkiye toplumunun değişim ve dönüşüm süreciyle ilgili olumlu kanaatleri destekleyen, ancak bir yandan da toplumun gelgitlerini, güvensizliklerini ve ezberlerini ortaya çıkardı. Anketin bulgularına baktığımızda Türkiye toplumunun daha fazla özgürlük istediği, ancak bunun yumuşak geçişlerle, yara bere almadan olmasını beklediği dikkatimizi çekiyor. Bu bağlamda, Türkiye toplumunu taşıyacak yeni anayasanın toplumu temsil eden ve bunun bilincinde olan aktör ve kurumların güvencesiyle yapılması gerekliliğinin yeniden altını çizmek gerekiyor. Anket sonuçlarından anlıyoruz ki, Türkiye’de siyaset normalleşiyor, toplumun içindeki bireyler alışılmışın dışında ittifaklar halinde yeni tanımlar, seçenekler ve çözümler üretiyor.
DEĞİŞİMİN GÖSTERGESİ
Türkiye’de geçtiğimiz son on - on beş yılda orta sınıfın güçlenmesiyle toplumdan gelen bireysellik talebinin güçlendiği yapılan kamuoyu araştırmalarında açıkça görünmekte. Yaşamakta olduğumuz hızlı değişim ise hem toplumda hem bireyde hayatın bütün alanlarında aynı zamanda cereyan etmekte. Bunun TESEV araştırmasındaki en çarpıcı örneklerinden biri “yargı devleti değil, bireyi korumakla yükümlüdür” düşüncesine verilen %77 oranındaki destek.
Diğer taraftan “devletin itibarı ve çıkarı söz konusu olduğunda yargı bireye karşı devletin tarafını tutabilmelidir” diyenlerin oranı da %45 seviyesinde. Bir çelişki olarak yorumlanabilecek bu durumun aslında yaşadığımız hızlı değişimin doğal bir göstergesi olduğunu düşünüyorum. Doğa olaylarına da baktığımızda yapısal değişiklik süreçlerinin tamamlanması öncesinde bir kaos durumu yaşanır; süreç öncesindeki değerler ile süreç sonunda ulaşılan değerler aynı zaman diliminde bir arada bulunur.
Bugün Türkiye’de yaşamakta olduğumuz demokratikleşme sürecinde, bu araştırmanın sonuçlarından da gördüğümüz üzere, hem demokratik hem de demokrasi ile bağdaşmayan değerlerin bireyde ve toplumda aynı anda var olabildiği görünüyor, bu da değişimin çok doğal bir hali.
TESEV olarak yeni anayasa sürecini destekleyen faaliyetlerimizi, Meclis çatısı altındaki çalışmaların başladığı Ekim 2011’den bu yana sürdürüyoruz. Anayasa İzleme projesi kapsamında, TESEV siyasi partileri, medyayı ve toplumsal aktörleri, bir başka değişle demokratik bir ülkede herhangi bir siyasa yapımının doğal aktörlerini mercek altına alıyor. TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun çalışmalarını, ele aldığı konuları ve ulaştığı sonuçları, toplumsal katılımın niteliğini ve basının süreci nasıl ele aldığını izliyor, kayıt altına alıyor ve gerekli durumlarda öneriler sunuyor. İzleme çalışmasını düzenli izleme raporları ve bu proje için açılmış bir websitesi aracılığıyla (www.anayasaizleme.org) kamuoyuyla paylaşıyor.
Bu süreçte TESEV olarak sivil alandaki önemli bir eksikliği doldurduğumuzu düşünüyoruz. Nitekim Şubat-Haziran 2012 aylarını kapsayan 2. İzleme Raporu’nda 114 sivil toplum örgütü ve sivil oluşumun Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu katkıları sınıflandırdık, uzlaşılan ve uzlaşılmayan noktaları tespit ettik ve buradan hareketle anayasal meselelerin nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin değerlendirmeler sunduk.
‘Kırmızı çizgi’ engeli
Böyle bir çalışma yapmadaki çıkış noktamız, meclisin ve medyanın o zamana kadar sivil toplumdan gelen taleplerin yeterince üzerinde durmamış ve analiz etmemiş olmasıydı. Partilerin uzlaşma masasında uluslararası kabul görmüş normlar ve toplumun istekleri yerine partilerin alışılagelmiş “kırmızı çizgileri”nin tartışmayı yönlendiriyor olduğu gerçeği idi. Anayasa yapımı gibi bir süreçte, toplumsal katılımın varlığından söz edebilmek için, toplumsal tartışmanın siyasi karar süreçlerine aktarılma mekanizmalarının nitelikli ve etkili olması gerekir.
Özeleştiri yapılmalı
İzleme çalışmaları boyunca, sivil toplum gruplarının siyasete ve karar vericilere yapıcı bir şekilde müdahale edemediklerini saptadık. Gerçekten de, hem sunulan öneriler özelinde hem de sürecin farklı evrelerinde sivil alanda yer alan toplumsal aktörlerin yeni anayasa yapımındaki rolüyle ilgili özeleştiri yapması yerinde olacaktır. Yeni anayasa sürecine ilişkin mesafeli tavrın, siyasi kutuplaşmalar nedeniyle anayasa yapım sürecine müdahil olunabilecek bir alan kalmamasından ve siyasi iktidara ve partilerin uzlaşmasına ilişkin güvensizlik duygusundan kaynaklandığı düşünülebilir. Ancak siyaset tıkansa da, müdahale alanı kalmasa da demokratikleşme ve siyasi reformlar konusunda ciddiysek, kendi gündemimizi kendimiz oluşturmak için sivil toplum olarak çaba göstermeye devam etmeliyiz.
Medyanın da süreci toplum adına denetleme konusunda yeterince rol oynamadığını, toplumsal aktörlerle ilgili güvensizliği ve çekingenliği körüklediğini TESEV bünyesinde bir yılı aşkın bir süredir yaptığımız yazılı basın taramalarından anlayabiliyoruz. Yine de geç değil... Vatandaşların da anayasa yapım sürecinde sivil toplumdan, basından, ve tabii ki oy verdikleri siyasi partilerden daha fazlasını istemeleri sürecin gidişatını olumlu etkileyecektir. Ortaya çıkan yeni anayasa taslağında kimlerin görüşlerinin dışarıda bırakıldığını, kimlerin görüşlerinin dahil edildiğini anlamak için sesimizin daha fazla çıkması, sesimizi duyuran mekanizmaların da daha farklı bir bilinçle hareket etmesi gerekiyor.
Kamuoyu ile en son paylaştığımız saha araştırması sonuçlarına göre; görüşülen kişilerin %78’i toplumun tüm kesimlerinin katıldığı ve uzlaştığı bir anayasa istiyor. %74’ü anayasanın hem Meclis hem de referandum onayı ile yürürlüğe girmesini destekliyor. %53’ü de yeni anayasanın Kürt meselesini çözmesini bekliyor. Toplum, anayasanın temel esaslarının haksızlığa karşı adalet, her türlü farklılık arasında eşitlik ve herkesin kendini kısıtlamadan yaşayabilmesi için özgürlüğe vurgu yapmasını istiyor. Ayrıca, yeni bir kurucu belgeyle birlikte devletin geçmişle yüzleşmede onarıcı ve telafi edici bir hareket tarzını benimsemesini %69 oranında destek buluyor.
Büyük kayıp olur
Bu bulgular açıkça Türkiye toplumunun bu Meclisten yeni bir anayasa ile toplum için yeni bir gelecek kurgulamasını beklediğini ortaya koyuyor. Siyasi partilerin bu toplumsal talebin karşısında durmasının ve anayasa yapım sürecinde engeller çıkarmasının hem kendileri için hem de Türkiye’nin demokratikleşmesi için büyük kayıplara yol açacağını düşünüyorum. Türkiye toplumu seçmiş olduğu Meclis’ten “garantili”, “riskleri azaltan” ve “güven veren” bir anayasa bekliyor. Meclis bu tarihi sorumluluğu yerine getirmelidir. Sivil toplum ve medya da sürecin tıkanmasına izin vermeden üzerine düşen tarihi sorumluluğu ciddiyet ile taşımalıdır.
* TBMM websitesinden kaldırılan sivil toplum önerilerinin tümüne www.anayasaizleme.org ‘dan ulaşabilirsiniz
DR. CAN PAKER
1942 yılında İstanbul’da doğdu. Robert Kolej’in ardından Berlin Teknik Üniversitesi’nde lisans eğitimini tamamlayan Dr. Paker, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Columbia Üniversitesi’nde lisansüstü eğitimini ve doktorasını tamamladı. George Soros tarafından kurulan Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Danışma Kurulu üyeleri arasında bir dönem yer aldı. TÜSİAD ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı gibi birçok sivil toplum kuruluşunun yönetiminde yer alan Paker, TESEV Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinin yanı sıra Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyeliği ve Türk Henkel Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini sürdürüyor.
DÜŞÜNENLERİN DÜŞÜNCESİ
“Türkiye toplumu seçmiş olduğu Meclis’ten ‘garantili’, ‘riskleri azaltan’ ve ‘güven veren’ bir anayasa bekliyor. Siyasi partilerin bu toplumsal talebin karşısında durmasının ve anayasa
yapım sürecinde engeller çıkarmasının hem kendileri için hem de Türkiye’nin demokratikleşmesi için büyük kayıplara yol açacağını düşünüyorum...”