Dr. Emin Yeğinboy

Dr. Emin Yeğinboy

yeginboy@gmail.com

Tüm Yazıları

Son yıllarda en beğendiğim yönetmen konumuna yerleşen Şilili Pablo Larrain ilk İngilizce filmi “Jackie”den sonra başka biyografi ile tekrar karşımıza geldi: “Neruda”. Şilili ünlü şair Pablo Neruda’nın 40’lı yılların sonunda komünist olduğu için ülkesinde polis tarafından takip edilmesini konu alıyor. Komünist partiden senatör seçilerek meclise giren Neruda, 1947’de partisinin iktidar tarafından yasadışı ilan edilmesi sonrası, iki yıl süreyle kaçak hayatı yaşar.

***

Larrain arka planda Şili’deki komünist avını işlerken Neruda’nın kimliğini ve halk tarafından ne kadar sevildiğini odak noktasına topluyor. Neruda’yı yakalamakla görevlendirilen istihbarat şefi Oscar Peluchonneau öykünün diğer önemli karakteri fakat kurmaca bir karakter olarak karşımıza çıkıyor.

Haberin Devamı

İçten içe şaire hayran ve okuyucusu. Bu kurmaca takip onun kimlik arayışına aracı oluyor. Larrain, entelektüel komünistlere de eleştiri oklarını saplamaktan geri kalmıyor.

***

Onların hedonist yaşamları içinde halkın acılarını, yoksulluğunu yazdıkları eserlerini popülizme hizmet ettiğini takipçi polisin iç sesiyle yapıyor. Nerruda’nın halkı duygularından yakalayıp kendisini sevdirdiğine vurgu yaparken, onun narsist yanını da es geçmiyor. Larrain bir kez daha özgün sinema dilini kullanıyor. Karakterlerin olası konuşmalarını aniden farklı mekanlara kaydırıyor. Bu şekilde olası gerçeği tek bir mekana hapsetmiyor. Dönemi yansıtan renkler yanında, farklı açılarda ışık kullanımı dikkat çekiyor. Neruda’yı canlandıran Luis Gnecco karakterinin hakkını fazlasıyla veriyor.

Oynadığı her rolde inandırıcı olmayı başaran Gael Garcia Bernal polis Peluchonneau’da çok başarılı.

Her role uyan bukalemun oyunculardan Bernal. Bu yılın daha şimdiden en iyileri arasında yerini alacak bir film. Siyasi çalkantıları bize çok benzeyen Şili’den yola çıkarak bizde de farklı düşündükleri için avlanan sanatçıları hatırlatan film olması ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.

Mutsuz aile toplantısı

20 yaşında ilk filmi “Annemi Öldürdüm” ile 2009 Cannes Festivali’nde 3 ödül birden kazanması sonrası, “harika çocuk” muamelesi gören Kanadalı Xavier Dolan son filmi “Alt Tarafı Dünyanın Sonu” ile huzurlarımızda.

Haberin Devamı

Önce, hemen son cümleyi başa alalım, Dolan sinematografisinin en zayıf filmi diyebilirim. Çok karakterli, yakın plan çekimlerin seyirciyi zorladığı, sevimsiz kırıcı diyalogların havada uçuştuğu bir aile öyküsü. Fransız sinemasının lokomotif oyuncularından bir ekip var karşımızda: Vincent Cassel, Lea Seydoux, Marion Cotillard, Nathalie Baye, Gaspard Ulliel.

***

Anne evini 12 yıl önce terk etmiş ve bir daha kapıyı çalmamış olan yazar Louis-Jean Knipper yakalandığı amansız hastalığı açıklamak, olası son ziyaretini yapmak için kapıyı çalar. Annesi onu muhabbetle karşılarken, küçük kız kardeşi Suzanne (Seydoux), ağabeyi Antoine (Cassel) ve karısı Catherine (Cotillard) farklı tepkiler gösterir. Öfke saçan, herkesi diliyle kırıp geçiren Antoine karşısında Louis sessiz, sakin bir duruş gösterir. Zaten kabuğuna çekilmiş bir kimliktir.

***

Yakın plan çekimleri oldum olası seven Dolan bu kez işi biraz abartmış. Tek mekan darlığı ve sürekli göz hizası duran kamera bir süre sonra seyirciyi yoruyor. Aile içi dramları da çok iyi anlatabilen Dolan, bu kez kırılma noktaları olmayan, dramatik yapısı eksik, teatral havada asılı kalmış. Sakinliği ve öfkeyi çarpıştırıyor. İyi bildiğimiz sevilen oyuncuların varlığı bir tiyatro oyunundan uyarlanan öykünün en büyük kurtarıcısı. Her şeye rağmen son Cannes’da Büyük Jüri Ödülü kazanmış film. Cannes bazı yönetmenleri sevdi mi tam seviyor.

Haberin Devamı

VİZYONDAKİLER

logan ***

ay ışığı ***

aşıklar şehri ****

istanbul kırmızısı **

JOHN WICK 2 **

GİZLİ SAYILAR ***

RECEP İVEDİK 5 *

BAŞKA SİNEMA (KARACA)

neruda ****

alt tarafı dünyanın sonu ***

SATICI ***