Son yıllarda Birinci Kordon İzmir’in kanayan yarası oldu. Yalnız Atatürk Heykeli-Liman arası değil. Konak Pier’den, Atatürk Heykeli’ne kadar olan bölümü de aynı sıkıntıları, hatta daha fazlasını yaşıyor.
Bu bölge adeta İzmir’in aynasıdır ama ne yazık ki bu ayna çok kirli, pis ve düzensiz bir manzarayı yansıtmaktadır.
Dünyanın en güzel sahil şeridi olabilecek bu yeri gezen bir yabancı İzmir’in doğru eller tarafından yönetilmediğini anında anlar.
Bir Büyükşehir Belediyesi düşünemiyorum ki bu yolun deniz tarafına bir düzen getiremesin. Pier- Pasaport arası, başıbozukluğun, ben kimseyi takmam mantığının ispatıdır.
Burada edebince iş yapmak, yasalara uygun para kazanmak isteyen esnafa yaşam hakkı yoktur.
İşletmelerin sahile masa koymak için yazdıkları izin yazılarına Büyükşehir Belediyesi cevap bile verme gereğini hissetmez. Israr ederseniz işin peşini bırakmazsanız cevap olarak sahile masa koymak yasaktır denir.
Gerçek öyle midir, hayır tam tersinedir. Rahmetli Ahmet Priştina’nın İzmirlilerin denizle kucaklaşması için yaptırdığı seyir terasları işgal altındadır. Normal vatandaşlar buralara oturarak nefes bile alamazlar.
Kendi partisinin genel başkanı dahil herkese esip, gürleyen ağzına geleni söyleyen Aziz Kocaoğlu’nun buralardaki yönetim zafiyeti, kötü görünüm için ne kadar çaresiz ve güçsüz olduğunu gösterir.
Bir başka çirkinlikte Atatürk Heykeli’nin etrafını çeviren apartmanların bakımsızlığı ve ön cephelerindeki görüntü kirliliğidir.
İzmir’in en ünlü meydanına özellikle de Atatürk’ün adını taşıyan bu yere bakan binalardaki bakımsızlık ve cephelerindeki görsel kirlilik oturanları hiç rahatsız etmiyor olabilir ama Konak ve Büyükşehir Belediyesi yetkilileri de mi hiç rahatsızlık duymuyor.
Kurvaziyer gemilerinden her gün inen binlerce turist durup buralarda resim çekmekte ve ülkelerine bu görsel pisliği İzmir adına götürmektedirler.
Bu ayıp bile İzmir’i yönetenlere yeter de artar.
Balıklara özgürlük!
Av yasağının kalkacağı bu günlerde balık neslini kurtarmak için güzel ama hedefe ulaşamayacak kampanyalar peşi sıra geliyor.
Özellikle lüfer için başlatılan kampanya çok güzel. Büyük bir marketimiz çinakop ve sarıkanat türü balıkları reyonlarında satmayacaklarını sayfa sayfa ilanlarla duyurdu. Tebrikler.
Fakat bu ve buna benzer kampanyalarla hedefe gitmek, balıkları kurtarmak zor. Çünkü nesli tükenmekte olan balıklar başta İstanbul olmak üzere birçok şehrimizde balıkçıların tezgahlarında çok rahat satılmakta ve alıcı bulmaktadır.
Av yasağının olduğu günlerde bile avlanması kesinlikle yasak olan birçok deniz canlısı başta balık halleri olmak üzere her yerde bol bol satıldı ve satılmaya devam ediyor.
Demek istediğim şudur: Denetim denen mekanizma bu ülkede ne yazık çalışmıyor.
Başta Tarım Bakanlığı elemanları olmak üzere Su Ürünleri, Sahil Güvenlik gibi kurumlar üzerlerine düşen görevleri tam olarak yapmıyorlar.
Balık neslini kurtarmak için yapılması gereken çok basit bir uygulama var.
Tezgahta avlanması, satışı yasak olan balıkları satanlara çok büyük para cezaları getirilmelidir. Caydırıcı olacak olan bu cezalardan dolayı, tezgahta balık satmaya cesaret edilemediği zaman balıkçılarda bu balıkları avlamayacaklardır. Yani, suyu başında keseceksiniz.
Yoksa üç, beş kişinin ben balık satmayacağım veya yemeyeceğim demesiyle balıklarımız kurtulmaz.