Gidin tam 52 yıl geriye. Günü gününe bugün, “darbelerin paşası” olmuştu Türkiye’de.
İşte o darbe ve sonrasında yapılan Anayasa sayesinde, eşine zor rastlanır bir tuhaflık yaşandı siyaset sahnesinde.
Demokrasilerde iki meclis olabilir.
Çok ülkede hâlâ var.
Ne var ki, İngiltere gibi “kraliyet” uygulamasının hüküm sürmediği yerlerde meclisler, sadece “seçilmiş” insanlara açık olur sadece.
Ama Türkiye’de durum hiç de öyle değildi.
1961 Anayasası ile kurulan Cumhuriyet Senatosu’nda “dört tür” senatör vardı.
Seçilmişlerin dışında, örneğin eski cumhurbaşkanları “otomatikman senatör” olabiliyorlardı. Gerçi Celal Bayar kabul etmemişti bu görevi fakat İsmet İnönü, Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk sonradan Senato’ya girmişlerdi.
Üçüncü grup, 6 yıllığına Cumhurbaşkanı tarafından seçilen 15 senatörden meydana geliyordu. Bazıları için ise “kontenjan senatörlüğü” bir sıçrama tahtasıydı.
Nitekim 12 Mart muhtırasını veren generallerden Faruk Gürler, cumhurbaşkanı olmak arzusundaydı ama önce yasal bir engeli aşmak zorundaydı.
Anayasa’ya göre cumhurbaşkanları Parlamento üyeleri arasından seçildiği için, kendisine Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından evvela “senatör payesi” verildi ve böylece cumhurbaşkanlığına adaylığını koyabildi.
Bereket Demirel ve Ecevit sağlam durdular da, Gürler’in hevesini kursağında bıraktılar!
Senato’nun en garip parçasını ise o zamanlar “Milli Birlik Grubu” diye anılanlar oluşturuyordu.
Onlara “tabii senatör” deniyordu ayrıca.
Tek karelik ayıp!
Darbe yaparak iktidarı ele geçirmiş ve tabiatıyla kendilerini “ömür boyu senatör” ilan etmişlerdi.
Ömrü yetmeyenler “senatör” olarak hayata veda ettiler.
Ötekilerin işini de, bir başka darbe bitirdi.
12 Eylül’den sonra kurulan siyasi yapıda Cumhuriyet Senatosu’na ve “tabii senatörlere” yer yoktu!
Olayın en dramatik yanı ise şu herhalde:
Lütfen, açın TBMM tarafından basılan albümlerin dördüncü cildini.
Darbeci senatörlerin adı, idam ettikleri Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın ismi ile aynı ciltte yazılı hâlâ.
Tıpkı Bülent Arınç’ın adı 1838’inci sayfada...
Recep Tayyip Erdoğan’ın adı 1847’nci sayfada...
Abdullah Gül’ün adı 1849’uncu sayfada yazdığı gibi, “onların” adı da 1910’uncu sayfada yazıyor!
İzmirli kardeşim Can
Sonuç belli oldu günün ilk saatlerinde. Belli ama şu satırlar yazıldığında meçhuldü.
Can Bonomo birinci mi oldu, sonuncu mu?
Bilmiyorum.
Ama biliyor musunuz...
Hiç fark etmez.
Fark etmez çünkü...
Can’ı çok sevdim.
Şarkısını çok sevdim.
Sahne şovunu çok sevdim.
Ve dahası...
Bugüne kadar Türkiye’yi Eurovision’da temsil eden şarkıcılar arasında, en çok onu sevdim.
Yani.
Sonuç önemli değil benim için.
İskandinav ülkeleri yine yumak mı oldular, Balkan ittifakı başarıya mı ulaştı, Yunanistan ile Kıbrıslı Rumlar’ın birbirine ikram ettikleri 12’şer puan işe yaradı mı?
Sallayın, gitsin.
Ben Can Bonomo’yu çoktan birinci seçtim.