Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Meclis, yasama dönemleri sonunda çıkardığı yasa sayısıyla övünür ama bu aslında övünülecek bir şey değildir. Bir ülkenin çok yasa çıkarması, önceki yasaların ihtiyaçlara yanıt verecek şekilde düzenlenmediğini gösterir. Bu itibarla çok yasa değişikliği yapılması ve yeni yasa çıkarılması aslında hukuki alanın sorunlu yönetildiğinin göstergesidir.
Bu, yeni anayasalar ve anayasa değişiklikleri için de geçerlidir.
Yasama organı, anayasa veya yasa yaparken sadece bugünün değil gelecekte doğabilecek ihtiyaçları da göz önünde tutmak zorundadır. Günübirlik ihtiyaçlara, siyasi partilerin konjonktürel ihtiyaçlarına göre anayasa değişikliği veya yasa yapılması, mevcut sistemi daha da karmaşık hale getirir, yeni sorunlar yaratır.
Gelişmiş demokrasilere sahip ülkelerde sık sık anayasa yapılmaz, sık sık anayasa değişikliklerine gidilmez. Temel alanları düzenleyen yasalar da sık sık yenilenmez.
Eğer bir anayasa veya yasa kısa sürede ihtiyaçlara yanıt veremez hale geliyor, değiştirilmesi veya yeniden düzenlenmesi zorunluluk halini alıyorsa, o ülke demokrasi ve hukuk alanında ileri bir düzeyde sayılmaz.

Anayasanın önemi
Anayasa, temel toplumsal uzlaşma metinleridir. Üst hukuk normlarını belirler. Genel bir çerçeve çizer.
Bu itibarla her alanı düzenlemeleri ve yasalar, tüzükler, yönetmelikler gibi detaylı olmaları da gerekmez. Üst hukuk normlarını belirleyeceği için de mümkün olan en geniş siyasal ve toplumsal uzlaşmaya dayalı olmaları, yıllar hatta on yıllar ötesini görerek düzenlenmeleri esastır. Fakat Türkiye, anayasalarını hep askeri dönemlerde yaptığı için demokratik sisteme geçildiğinde değişiklik ihtiyaçları doğmuş, yeni bir anayasa yapılamadığı için de mevcut anayasalar, yamalı bohçaya dönmüştür. Bugün yürürlükte olan 1982 Anayasası da öyledir.

Tepkisel düzenlemeler
Türk siyaset kurumunun yaptığı hatalardan biri de konjonktürel hatta güncel sorunları aşmak için yeterli bilimsel çalışma yapılmadan, siyasal ve toplumsal uzlaşma aranmadan anayasa değişikliklerine gitmek olmuştur.Bunun son örneği Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda yapılan anayasa değişikliği oldu.
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi 367 sorunuyla engellenince, iktidar, bu engeli anayasa değişikliğiyle aşmaya yöneldi. Acele bir şekilde Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesini öngören bir düzenlemeye gitti. Ancak bunu uygulamaya gerek kalmadan genel seçim sonrasında oluşan yeni parlamento, Gül’ü Cumhurbaşkanı seçti.
Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesini öngören anayasa değişikliği o kadar aceleye getirilmiş ki, bir açıklık taşımadığı için Gül’ün görev süresi uzun süre tartışma konusu oldu. Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi düzenlendi, ancak Cumhurbaşkanı’nın görev yetkileri konusunda bir değişiklik yapılmadı. Bu sistem, şimdi halkın seçtiği Cumhurbaşkanı ile halkın seçtiği Başbakan arasında siyasal güç çatışması çıkar, diye eleştiriliyor.

“Olmazsa” yaklaşımı
Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesini öngören anayasa hükmü henüz uygulanmadan yeni anayasa gündeme geldi. Bu çalışma başlatıldı ve belli bir aşamasında iktidar partisi yeni bir sistem önerisini gündeme soktu. Komisyona, başkanlık sistemi önerisi verdi. Yeni anayasa süreci yeni gelişen bir başka süreçle de ilişkilendirildi.
Bu gelişmeler, Türkiye’nin geniş tabanlı bir uzlaşmaya dayalı, demokratik, özgürlükçü, sık sık değiştirilmeye ihtiyaç duyulmayacak kalıcı bir çağdaş anayasaya sahip olması amacından çok yine konjonktürel bir amacın öne çıktığını gösterdi. Bugün, “Olmazsa Cumhurbaşkanı’nı halk seçer sonra anayasayı değiştiririz ve yeni seçilmiş Cumhurbaşkanı; başkan, yarı başkan veya partili Cumhurbaşkanı olarak devam eder” görüşü, karmaşanın devam ettiğini ve edeceğini gösteriyor.