Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Bugün 10 Kasım. Atatürk'ün ölüm yıldönümü.
10 Kasım'larda ağlayarak, 29 Ekim'lerde gülerek, Atatürk'ü anmanın yeterli olmadığı, bugün yaşadığımız süreçte açıkça ortaya çıkmış durumda...
Oysa yapılması gereken Atatürk için ağlamak değil, onu anlamaya ve anlatmaya çalışmaktı. Bu bugün için eskisinden çok daha büyük bir gereksinim.
Atatürk'ün kurduğu demokratik, laik Cumhuriyet'in dayanağını ve hedefini oluşturan üç temel sürecin, ciddi biçimde kesintiye uğratıldığı gerçeğini görmek gerekiyor.
Bu üç süreç neydi?
1- Uluslaşma,
2- Laikleşme (sekülerleşme),
3- Merkezileşme.
Birincisine bakalım...
Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinden birini oluşturan uluslaşma süreci tamamlanamamış ve bugün ciddi bir karşı uluslaşma süreciyle karşılaşmıştır. O kadar ki, Atatürk'ün, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halka Türk milleti denir" tanımıyla, Osmanlı'nın çoklu etnik yapısından çıkarmaya çalıştığı ulus devlete karşı, bugün tartışılan,"iki kurucu ulus ortaklığı"dır.
Bu üzerinde durup düşünülmesi gereken bir aşamadır. Türkiye'nin bu noktaya bir terör süreciyle getirilmiş olması unutulmadan...
Laikleşme sürecine bakıldığında ise bu sürecin de ciddi bir direnişle karşılaştığı gerçektir. Salt güncel tartışmaları anımsamak bile bu sonuca varmak için yeterlidir.
Merkezileşme ise demokratikleşme ile birlikte düşünülmelidir. Cumhuriyet'in merkezileşmeye yönelmesinin nedenlerinden biri Osmanlı döneminde yaşanan yerel güçlerin siyasi birliği tehdit eden konumlarının dağılmayı hızlandırmış olmasıdır. Buna karşı Türkiye Cumhuriyeti demokratik - merkezi bir yapıya yönelmiş, bunu üniter devletin gereği saymıştır. Demokratikleşmenin ileri aşaması olarak yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, merkezde yağılma ve hantallaşmanın çözümü olarak savunulabilir. Ancak, bunun gerçekleştirilmesi, uluslaşma ve laikleşme sürecini tamamlamış ve böylece siyasi birliği sağlam temellere oturtabilmiş toplumlarda sancısız olabilir.
Siyasi birlik kaygısı devam eden, ülkenin belirli bölgelerinde ayrı siyasi coğrafyalar oluşmuş durumdayken, ölçüsüz yerelleşme, sakıncalar doğurabilir.
Bugün kamu reformu olarak gündeme gelen yasa tasarısına yönelik eleştirilerin kaynağı da budur. Yoksa bürokrasinin azaltılması, merkezin hantallıktan kurtarılması, yerel demokratik mekanizmaların etkin kılınması ve hizmetin daha kolay ve yerinde üretilmesi yaklaşımına itiraz yoktur. Kuşku yok ki, kaygı idari değil siyasidir.
Gerçek şu ki; Türkiye Cumhuriyeti'nin dayanağını oluşturan üç projesinin de önü kesilmiştir. Bir diğer deyişle, Türkiye Cumhuriyeti, bu üç koldan ciddi bir direniş ve saldırıyla karşı karşıyadır.
Bu nedenle Atatürk için ağlamak yerine, onu anlamak ve anlatmak, her zamankinden daha büyük bir ihtiyaç, görev ve sorumluluktur...