Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       APO krizi, siyasi kriz derken, ekonomik kriz de süzülüverdi içeri. Türkiye'de adettir. Bir konuya endekslenince bir başka konuyu düşünmez oluruz. Ta ki, yumurta kapıya dayanıncaya kadar. Ekonominin tüm sektörlerinde başgösteren kriz Milliyet sayfalarında yer almasaydı, durumun ne kadar acil olduğu belki bu kadar çabuk anlaşılmayacaktı.
       Arkadaşlarımız ekonominin nabzını tutmak için bütün Türkiye'ye dağıldılar. Dev holdinglerin yanı sıra, hemen her sektörde faaliyet gösteren küçük ve orta boy işletmeleri de dolaştılar. Ortaya çıkan tablo hiç de iç açıcı değildi. Türk ekonomisinin umudu olarak görülen ve (yine Milliyet'te aylar önce belirlendiği gibi üretime değil rantiyeye kayan) KOBİ'lerde de çiviler yerinden oynamıştı.
       Önce krizin tespitini yaptık. Siyasi krizin ekonomiye faturasını çıkardık. S.O.S. sinyalleri verdik. Sonra, bilindiği gibi hükümet acil önlem kararlarını aldı.
       Ekonomik krizin niteliği tabii ki, çok tartışılacak. Küresel krizin yansıması mı, sahipsizliğin sonucu mu, yoksa hepsi mi? Ancak, ortada ciddi bir kriz olduğu gerçek.

       Arkadaşımız Nilgün Cerrahoğlu'nun Roma'da PKK'nın başı Abdullah Öcalan'la yaptığı söyleşi, bazı gerçekleri gün ışığına çıkardı. Apo, bu söyleşide her şeyden önce arkasındaki güçlerin elinde nasıl oyuncak olduğunu, nasıl oradan oraya sürüklendiğini itiraf ediyor. İkincisi, benliğini kaplamaya başlayan korkuyu artık gizleyemiyor. Kaçacak yer bulma korkusundan ölüm korkusuna kadar çeşitli korkuların etkisi altında. Üçüncüsü, suçu başkasına, hatta kendi adamlarına yıkmaya çalışıyor. Katliamlar söz konusu olduğunda, "Ben yapmadım, PKK yaptı" diyor. Nasıl liderlikse?..
       Görülüyor ki, artık Apo, bu olayda geride kalmıştır. Türkiye Apo'nun işini bitirmiştir. Olayın Avrupa'da aldığı şekil karşısında, Apo'nun arkasındaki güçler açısından da Apo misyonunu tamamlamıştır.
       Bundan sonra Türkiye'nin işi Apo'yla değil, Avrupa'yladır. Onun da yabancısı değiliz zaten. En az 300 senedir Türkiye, Avrupa'da çevrilen bu filmi seyrediyor. Tecrübemiz var...
       Burada, sürekli ve sadece Türkiye'yi suçlayan bir kısım yazar - çizerimize de bir sözümüz var.
       Nasrettin Hoca'nın fıkrası malum: Evi soyulan Hoca'ya arkadaşları veryansın ediyor: "Hoca, kabahat sende. Tedbir alsaydın. Evini kilitleseydin. Uyanık kalsaydın, vs., vs.." Hiç kimse hırsızı suçlamıyor. Hoca dayanamaz:
       "Tamam kardeşim, ben bu tedbirleri almadım. Bu benim hatam. Ama şu hırsızın hiç mi kabahati yok?"
       Evet, Türkiye'de demokrasinin eksikleri var. Türkiye'nin atması gereken adımlar var. Daha demokratikleşme gereği var. Var da, Türkiye'ye saldıran terörün ve onun arkasındakilerin hiç mi suçu yok?

       Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin, bütün gazetecilere ve kamuoyuna açarak oluşturduğu "Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi", yıllardır Türk medyasının ihtiyacı olan bir girişimin sonucu. Gazetecilerin, sivil toplum örgütlerinin ve tüm vatandaşların imzasına açılan bildirge, gerçekte bir meslek girişimi olmanın çok ötesinde bir anlam taşıyor. 21'inci yüzyıla girerken, haklarının ve sorumluluğunun bilincinde bir gazeteci, bütün toplum için, hatta bütün insanlık için bir güvencedir.

       Sayısız ödüllerimize üçü daha eklendi. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi üç yazarımızı yılın başarılı iletişimcileri seçti. Köşe yazıları dalında Başyazarımız Güneri Covaoğlu ve yazarımız Osman Ulagay, eğitim alanında da Eğitim Servisi Şefimiz Abbas Güçlü, ödüle layık görüldüler. Yazarlarımızı kutluyoruz.

       İyi haftalar dileğiyle...




Yazara E-Posta: h.bila@milliyet.com.tr