Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


     23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı siyasi gerginlik ve tartışmaların gölgesinde kaldı.
"Ulusal egemenlik"le "çocuk" arasında, "Cumhuriyet"le "gençlik" arasında en anlamlı bağı kurabilmiş tek lider olan Atatürk; en büyük eserim dediği Cumhuriyet ve onun vücut bulduğu TBMM açısından bakıldığında sorunun esası daha net görülüyor.
Sorun, Atatürk'ün, çağdaş uygarlık düzeyini hedeflemiş, demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin oluşmasında iki temel dayanak olarak gördüğü, uluslaşma ve laikleşme sürecinin, kah demokratik araçlar kullanılarak kah terör yoluyla kesilmesine dönük çabaların kat ettiği mesafedir. Bugün Cumhuriyet'in laik niteliği ve devletin üniter yapısına dönük saldırılar ve bu saldırıların yarattığı hırpalanmanın ve yıpranmanın vardığı boyut, bu mesafenin hiç de azımsanmayacak boyutta olduğunu gösteriyor.
Bir başka açıdan bakıldığında, Atatürk'ün emanetinin ne siyasal, ne sosyal, ne de ekonomik alanda hedeflenen düzeye taşındığı ne de temellerinin sağlamlaştırıldığı söylenebilir. Ne yazık ki, pozisyon elde kalanı savunmak, koruyabilmek pozisyonudur.
Bugün karşılaştığımız, ekonomik çöküntü, dışa bağımlılık, demokratikleşme, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi temel sorunları siyasi iktidarların oy adına Cumhuriyet projesinden verdikleri ödünlerde değil de, Atatürk'te, Cumhuriyet'in temellerinde aramak yanlıştır. Bunu aydın olmak, solcu olmak adına yapmak iki kere yanlıştır.
Bu genel saptamadan sonra dün yaşadığımız gerginliğe gelince...
Sorun, sadece TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın eşi Münevver Arınç'ın türbanı olarak görülürse yine yanlış olur. Bu ancak bir süredir biriken sorunların ve oluşan gerginliğin yansımasının bir vesilesi olarak görülebilir.
Cumhurbaşkanı'nın, CHP'nin, Genelkurmay Başkanı ve komutanların, 23 Nisan resepsiyonu için gösterdikleri tavır, Bayan Arınç'ın türbanıyla izah edilecek kadar basit görünmüyor.
Arkasına bakıldığında...
Bu tutumun, AKP'nin ve hükümetin belirginleşmeye başlayan çizgisine karşı bir uyarıcı nitelik taşıdığı söylenebilir.
Hükümetin yöneldiği büyük kadrolaşma hareketi, yurtiçinde ve dışında bazı derneklerin devlet eliyle korunması, güçlendirilmesine dönük faaliyetler, YÖK, sekiz yıllık kesintisiz eğitime karşı açığa vurulan niyetler ve bazı girişimler, ileriye dönük biriken kaygılar. Bütün bunlar dün yaşanan gerginliğin nedenleri olarak görülüyor.
Sorun, demokratik, laik Cumhuriyet rejimini ortak payda olarak görüp görmemekte düğümleniyor. Refah Partisi döneminde yaşandığı gibi ikinci niyetlerin var olup olmadığı, örtülü politikalar izlenip izlenmediği kuşkusunda odaklanıyor.
Demokrasinin, onun tanıdığı olanakların rejime karşı kullanıp kullanılmadığı, kullanıp kullanılmayacağı konusunda ortaya çıkan güvensizlikte yatıyor. AKP'nin Kasım 2003'te kazandığı seçim başarısını, aldığı oyları, rejim değişikliği isteği gibi algılayıp algılamadığı, partisine oy verenlerin çoğunluğunun din ve dince kutsal sayılan araçlarla politika yapılmasını isteyenler olarak yorumlanıp yorumlanmadığı merak ediliyor.
Elbette, esas olan demokrasidir, sandıktır.
Bu çerçevede, AKP'ye büyük sorumluluk düşüyor. Demokrasiyi, onun sağladığı olanakları doğru yorumlamak, sandığı doğru okumak gibi...
Tabii, herkesin de, bu noktada çıkacak sorunların çözümünün yine demokraside, yine sandıkta olduğunu unutmamaları gerekiyor...