Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 30 Ağustos nedeniyle yayımladığı mesajda, “Kürt açılımı” tartışmalarıyla ilgili olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) görüşünü açıkladı. Başbuğ, Anayasa’nın 3. maddesinde yer alan “Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” hükmünü anımsatarak, bir anlamda TSK açısından “açılımın sınırları”nı yansıttı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbuğ’un sözlerini “Güzel bir açıklama” olarak niteledi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği’nin yöneticilerini kabulünde benzeri bir çerçeve çizdi.
Erdoğan, Türkiye’nin üniter yapısı üzerinde spekülasyona izin vermeyeceklerini, tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet anlayışı içinde süreci yürüteceklerini açıkladı.

Ulusa Sesleniş
Erdoğan dün televizyonlardan yaptığı “Ulusa Sesleniş” konuşmasında bu çerçeveyi çok daha net bir şekilde tekrarladı. “Anayasamızın belirlediği ölçüler ortadadır, Türkiye’yi bölmeye, bütünlüğümüzü bozmaya, üniter devlet yapımızı ortadan kaldırmaya yönelik hiçbir niyet ve girişime asla ve asla izin vermeyiz” vurgusunu yaptı. Erdoğan, açılımın bu anlayışla yürüyecek bir süreç olduğunu bildirdi.
Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un çizdiği, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de paylaştığı çerçeveyle Erdoğan’ın dünkü konuşmaları örtüşüyordu.

Belirsizlik ve beklenti
O halde, Türkiye neden bu kadar sert bir tartışma sürecine girdi? Bu çerçeve sürecin başlangıcında yansıtılsaydı, muhalefet partileri başta olmak üzere toplumun önemli bir kesimince dillendirilen kaygılar ortaya çıkar mıydı?
Hayır, çıkmazdı...
Ancak, başından beri hükümet, başlattığını ilan ettiği süreçte “Nereye kadar?” sorusunu karşılayacak bir çerçeve çizmedi.
Hükümet bir sınır çizmedi ama ana muhalefet partisi olarak CHP çizdi. CHP lideri Deniz Baykal, egemenliğin kısmen de olsa devredilmesini ve etnisitenin milli eğitime sokulmasını kabul etmeyeceklerini vurguladı ve bu çerçeve içinde özgürleştirici, bütünleştirici adımlara destek olacaklarını açıkladı.
Belki, Başbakan Erdoğan’ın önceki gün vurguladığı çerçeve işin başında kamuoyuna yansıtılsaydı, muhalefet partileriyle diyalog kurmak ve ortak zemin oluşturmak kolaylaşabilirdi.
Oysa, sürecin sınırsızmış gibi bir yaklaşımla açılması, PKK-DTP çizgisinde beklentileri çok yükseltti. O kadar ki, bu çizginin sözcüleri, kendilerini koşul dayatacak bir konumda görmeye başladılar. Gündeme “tehditle desteklenmiş” talepler getirdiler.
Hükümet cephesi, muhalefet liderleriyle görüşme konusunda yaptığı yöntem hatalarını, bir çerçeve çizmemek suretiyle içerik konusunda da tekrarlamış oldu.

PKK-DTP çizgisinin tutumu
“Kürt açılımı” tartışması daha çok iktidarla muhalefet partileri arasında yürüdü. Hükümet, muhalefeti sert tutumuyla “çözüme engel” oluşturmakla suçladı ama asıl engelleyici tutum PKK-DTP çizgisinden geldi.
Bu çizginin Anayasa’da Türk tanımının değiştirilmesi, Kürt etnik kimliğine Anayasa düzeyinde siyasal kimlik güvencesi verilmesi, Kürtçenin eğitim dili olması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi adı altında Güneydoğu’ya etnik esaslı özerklik verilmesi, genel af ilan edilmesi ve Öcalan’la masaya oturulması gibi talepleri, devletin zirvesinin çizdiği ve Anayasa’nın 3. maddesinde yer alan çerçeveye sığacak cinsten değil.
Dolayısıyla, sanki hükümet ve DTP uzlaşmış, neler yapılacağını tek tek belirlemişler de CHP ve MHP’nin tutumları ve Org. Başbuğ’un 30 Ağustos mesajı bütün bunları engellemiş gibi bir hava yaratmak gerçeği yansıtmıyor.