Atatürk’ün 1923’de kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, iki yönlü olarak tarihinin en ağır baskısı altında.
Kurulduğu günden bu yana biri etnik diğeri din eksenli iki karşı akımın adeta kıskacına sokulmuş görünüyor.
Türkiye’nin Batılılaşması, Batılıyla bütünleşmesinin önündeki engelin "Kemalizm" olduğuna ilişkin seslerin yükselmesi hem bu kıskacın varlığına, hem de dış dinamikler tarafından daha da sıkıştırılmaya çalışılmasına işaret niteliğindedir.
Demokratik, laik Cumhuriyet’e muhalif iki akım da 80 yıllık süreçte en güçlü düzeye ulaşmış durumdadır. Dinsel eksenli akımın itirazı Cumhuriyet’in laik niteliğine, etnik eksenli akımın itirazı ise üniter yapısınadır.
Din eksenli akım demokratik yoldan iktidar olacak siyasal güce ulaşmıştır. Değiştiği iddiasındadır ama henüz bu kanıtlanmış değildir. Etnik eksenli akım ise aldığı güçlü dış destekle yürüttüğü şiddet ve terör politikasıyla siyasallaşmış ve bir siyasi coğrafya oluşturacak güce ulaşmıştır. Kıskaç budur.
Türkiye bir yol ayırımına doğru zorlanmaktadır.
İşte tam bu noktada, Atatürkçülüğün ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin "engel" olarak tartışmaya açılmak istenmesi bir tesadüf değildir.
Avrupa Birliği sürecinin gereği olarak sunulmak istenen bu yaklaşım kendi içinde tutarsızdır, çelişkilidir.
Çağdaşları bir bir tarihe gömülürken Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 20. yüzyılda ayakta kalabilmesi, demokratikleşmeyle, çağdaşlaşmayla, Batılılaşmayla çelişki içinde değil, aksine örtüşme içinde olduğunu gösterir.
"Kemalizmi" engel olarak gösteren Batılı siyaset adamlarına sormak gerekir:
- Avrupa Birliği’ne uygun olan demokratik, laik Atatürk Cumhuriyeti midir, yoksa, alternatifi olarak gösterilen İslam cumhuriyeti mi?
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni Batılı ülkelerle savaşarak kurmuş, ancak, hedef olarak Batı’yı göstermiş, ittifaklarını Batı’yla kurmuş ve rotayı oraya çevirmiştir. Atatürk bunu sadece söylemek veya göstermekle kalmamış, ömrünün sonuna kadar uygulamıştır da...
Avrupa Birliği hedefi Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık hedefiyle çelişki içinde değil, aksine örtüşme halindedir. Kemalizm, Batı’yla bütünleşmenin engeli değil aksine köprüsüdür. Batılılaşmaya asıl engel, demokratik, laik Cumhuriyet’e dolayısıyla Atatürkçülüğe özünde karşı olan, akımlar değil midir?
Demokrasi çıtasını yükseltmek ayrı şeydir, laik ve üniter yapıyı yok etmeyi demokratikleşme saymak ayrı.
Irak’ı işgal eden Batı’nın, bu ülkede gördüğü toplumsal ve siyasal tablo, Atatürkçülüğün ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çağdaşlaşmaya, Batılılaşmaya engel olmadığını kanıtlamıyor da, neyi kanıtlıyor?
AB’nin de, ABD’nin de düşünmesi gereken budur...