İstanbul'da gerçekleşen terör saldırıları Türkiye'nin sıkıntılı bir süreç yaşayacağını gösteriyor.
Bu gerçek ülkemizde herkesin ve her kesimin teröre karşı ortak bir duruş sergilemesini zorunlu kılıyor.
Hemen belirtmekte fayda var ki, birbirimize düşmenin hiç zamanı değil. Aksine dayanışmanın zamanı, sırası...
Oysa, İstanbul saldırılarından sonra tehlikeli yaklaşımlar gözlüyoruz.
Bunlardan birisi hükümet yetkililerinin ve hükümete yakın çevrelerin, bu terör eylemlerinin El Kaide veya benzeri örgütlerce üstlenilmesi, buna ilişkin göstergeleri kabullenme çabasına girmeleri. Bu düşünceyle "bu eylemi radikal İslami karakterli örgütler yapmış olamazlar, olsalar bile hedefleri Türkiye olamaz" gibi bir savunma yaklaşımı geliştirmeleri.
Bu yaklaşım hatalı ve tehlikelidir.
Terör nereden gelirse gelsin terördür. Kaynağı ve amacı ne olursa olsun terör meşruiyet taşımaz.
Bu gerçek karşısında AKP iktidarı ve bu iktidara yakın çevrelerin, bir refleksle, "Bunlar değildir veya bunlarca yapılmış olsa bile hedefler arasında Türkiye yoktur" gibi bir söylem geliştirmeleri, kendilerine haksızlık olduğu gibi, terörle mücadeleyi başından sakatlayıp, zayıflatacağı için terör kurbanlarına, ülkemize ve halkımıza haksızlık olacaktır.
Bu tehlikeli yaklaşım terk edilmelidir.
İktidar bir kompleks içinde hareket etmemeli, örgüt rengi ve referans ayırımı gibi yaşamsal bir hataya düşmemelidir.
Bir diğer tehlikeli yaklaşım muhalefetin ve ona yakın çevrelerin, iktidarın bu hatalı tutumundan yola çıkarak; eylemleri yapan uluslararası örgütlerle AKP'yi aynı kefeye koyma söylemi olur. Bu yaklaşım da tehlikeli ve hatalıdır. Eğer bu yaklaşım öne çıkarsa iktidar kesimleri gibi muhalefet kesimleri de İslam ortak paydasını yanlış değerlendirmiş olurlar. Teröre karşı ortak mücadele ve işbirliğinin zorunlu olduğu bir dönemde ortak zeminin oluşmasını güçleştirmiş olurlar.
Bir başka tehlikeli yaklaşım ise İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ın ortaya koyduğu yaklaşımdır. Sorumluluğu bir başka kişi veya kuruma atarak, kusurunu örtmeye çalışmak. Bu yaklaşımın bir güvenlik yetkilisi tarafından gösterilmesi ise tehlikeyi daha da büyütür. Cerrah'ın bunu yaparken, ikinci terör eyleminde 27 kişinin ölümünden basını sorumlu tutması, basını bir anlamda katil ilan etmesi, doğrusu şaşılacak derecede sakat ve cüretkar bir durumdur.
Cerrah'ın sözlerinin ne gerçekle, ne de mantıkla ilgisi vardır. Sorumluluktan kaçmanın en kolay ve en ucuz yolu basını suçlamaktır. Cerrah da maalesef deneyiminden beklenmeyen bir şekilde bu yolu seçmiş ve yine maalesef traji komik bir duruma düşmüştür.
Terör eylemlerini gerçekleşmeden önlemesi, bu becerilememişse eylemi yapanları ve arkasındakileri ortaya çıkarıp yakalaması gerekirken, "Basın olmasaydı 27 kişi ölmeyecekti, bu şehitleri vermeyecektik, bu töreni yapmayacaktık" gibi ifadelerle, terör kurbanlarının yakınlarını ve halkı, basına karşı kışkırtmak, aklın, mantığın kabul edeceği bir yaklaşım değildir.
Terörün yarattığı şok dalgalarından ilk kurtulması gerekenler hükümet ve güvenlik yetkilileridir.
Siyaset ve güvenlik yetkilileri bu tehlikeli yaklaşımlardan kurtulamazlarsa, terörle mücadelede başarı zorlaşır.