Arjantin ekonomisindeki çöküş sosyal ve siyasal bir krize dönüştü.
Halk sokaklara döküldü, yağmalar başladı.
Arjantin, tam anlamıyla dibe vurmuş durumda. Türkiye ve Arjantin, hemen hemen aynı zamanlarda IMF programlarını uygulamaya başlayan ve piyasalarda birlikte izlenen iki ülkeydi.
Arjantin ekonomik, sosyal ve siyasal bir çöküşe sürüklenirken, Türkiye, 2002'ye krizden çıkış sinyalleriyle giriyor.
Arjantin dibe vururken, Türkiye nasıl çıkışa yöneldi?
Elbette iki ülkenin ekonomileri, yönetimleri ve davranış alışkanlıkları arasında çok büyük farklılıklar var. Ekonominin özgücü ve kapasiteleri de birbirinden çok farklı. Bu açılardan Türkiye, çok daha güçlü bir ülke.
Arjantin çöküşünde IMF ile bağlantısının kesilmesi ve kredi taleplerinin geri çevrilmesinin etkisi büyük. Buna karşılık Türkiye'nin özellikle yeniden yapılanma, bankacılık sektörünün sağlamlaştırılması başta olmak üzere aldığı etkin önlemler Türkiye'ye duyulan güveni artırmış durumda. Türkiye'nin gösterdiği irade, kararlı tutum ve gayret uluslararası piyasalarda dibe vurmasını önlemiş oldu.
Tabii bunda özellikle, 11 Eylül'den sonra oluşan konjonktür içinde Türkiye'nin jeopolitik konumunun daha da önem kazanması ve Afganistan olayında izlediği isabetli politikanın da payı büyük.
Bunlar Türkiye'nin avantajları. Ankara, 2002 yılında bu avantajlarını çok iyi değerlendirmeli.
Arjantin örneğinden çıkarılması gereken iki önemli ders var.
Birincisi, vahşi kapitalizm kurallarının acımasızca uygulanması halinde bir kırılma noktasının mutlaka gelip çatacağı. Bu noktadan sonra ise Arjantin'de görüldüğü gibi hiçbir kuralın işlemeyeceği. Bu gerçek, sadece sermayeyi düşünerek hareket edilmesinin, alınan kararların sosyal sonuçlarının göz ardı edilmesinin yanlışlığını ortaya koyuyor.
İkincisi ise, ekonominin tümüyle dış yardım ve kredilere terk edilmemesi gerektiği. Kriz koşullarının aşılmasında yararlanılması gereken dış kaynağın sürekli ve kesintisiz bir kaynak olarak görülmesi hatasına düşülmemesi. Bu hataya düşmekten kurtulmanın yolu da dış kaynakla birlikte süratle iç kaynak yaratmaya yönelmek.
Türkiye, 2002 yılına bu iki gerçeği unutmadan girmeli. Sadece jeopolitik önemin dış getirisi ile ekonomide beklenen kalıcı iyileşmenin sağlanması mümkün değil.