Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hayatın akşam vakitleri. Yaş kemale ermiş. Gençlik bir kuş idi uçtu da tutamadım demeler. Aynanın sırlarının dökülmeye başlaması. Geride kalan koltuklar, mevkiler, parlak başarılar. Çok dramatize etmekten yana değilim ama o akşamların dokunaklı bir tarafı da yok değil. İnsanın zamana direnememesinde hafif hüzünlü bir yan var. Panzehiri ise sağlam dostluklar aslında. Bunu bu hafta gösterime giren “Laurel ile Hardy”yi izlerken bir kez daha fark ettim. Dünyanın en iyi komedi ikilisi Stan Laurel ve Oliver Hardy. 80’li yıllardaki çocukluğumun en komik ikonları. Ama ne çok eğlenirdim onları izlerken. Konuşmalarına bayılırdım. Ünlü seslendirme sanatçısı Ferdi Tayfur’un onları seslendirdiğini bilmeden. Galiba da Laurel’i daha çok severdim. Sıska olanı. Daha nahifti, duygusaldı, insanda şefkat uyandırıyordu. Yol arkadaşlıkları da çok hoşuma gidiyordu. İşte az önce sözünü ettiğim film, bu arkadaşlığın son dönemlerinin hikâyesi. Filmin başında 1937 yılındayız. Bütün dünya onların filmlerini izliyor. Birlikte 106 filmde rol almışlar. Zirvedeler. Sinemalarda insanlar gülmekten kırılıyor. Şöhretleri almış başını gidiyor.

Haberin Devamı

Birkaç sahnenin ardından 16 yıl sonraya uzanıyoruz. Yıl 1953. Artık ikisi de altmışlarında. Parlak günler bitmiş. Bir İngiltere turnesi teklifi geliyor. Kabul ediyorlar. Konaklayacakları yere vardıklarında şaşırıp kalıyorlar. İzbe, ucuz bir otel. Resepsiyondaki kız soruyor: Siz emekli olmadınız mı daha? Morallerini bozmamaya çalışarak hazırlıklarını yapıyor ve tiyatro sahnesinde İngiliz halkıyla buluşuyorlar. Salonun hali içler açsı. 10 seyirci ya var ya yok. Bu turne öyle, çok ünlü ama artık emeklilik çağı gelmiş, bolluk refah içinde akşam vakitlerine hazırlanan iki adamın mutluluk dolusu jübilesi filan değil. Elbette bir yeniden varoluş projesi. Öte yandan, bu turneye ihtiyaçları da var. Filmleri televizyonlarda gösterilmeye devam ediyor ama o yıllarda telif filan hak getire tabii. Aslına bakarsanız beş paraları yok.

Salonlar dolmayınca, halkın arasına karışıp kendi PR’larını yapmaya başlıyorlar. Bu çalışma sonuç veriyor. Tiyatro salonları dolmaya başlıyor. Bu süreçte eşleri de onları yalnız bırakmıyor. Laurel’in son derece baskın, kocasının sağlığıyla yakından ilgilenen, hatta ona nefes aldırmayan epeyce soğuk bir karısı var. İda. Hardy’ninki çıtı pıtı, minyon, tatlı, yumuşak bir kadın. Lucille. Yatakta soruyor Hardy, Lucille’e “Bu iri yarı kocaman adamda ne buluyorsun?” Karısının cevabı: “Burada söz konusu olan benim kocam”. İkilinin eşlerinin çok iyi anlaştıkları söylenemez. Laurel ile Hardy’nin de birbirlerine karşı kırgınlıkları var. Laurel, yıllar önce Hardy’nin ikiliyi bozup bir başkasıyla film yapmış olmasına kırgın hâlâ. 2000 kişilik bir salona oynadıkları akşam, oyun sonrası bir hesaplaşma yaşanıyor aralarında. Aynı konu nedeniyle. Hardy suçluluk duygusuyla öfkeleniyor. Dost olmadıklarını, seyirci onları bir arada görmek istediği için bir arada olduklarını söylüyor. Laurel “Ben bizi sevdim” diyerek yanıtlıyor. Hardy tokat gibi bir sözle karşılık veriyor: “Sen Laurel ile Hardy’yi sevdin. Beni sevmedin.”

Haberin Devamı

Acaba öyle mi?

Haberin Devamı

Bu tartışmanın ardından Hardy küçük bir kalp krizi geçiriyor. Doktorları turneye devam edemeyeceğini söylüyor. Laurel’e bir başka komedyenle turneyi sürdürmesi teklif ediliyor. Laurel kabul ediyor mu peki, yıllar önce Hardy’nin yaptığı gibi? Amerika’ya döndüklerinde sahne alıyorlar mı? 1957’de yol arkadaşı Hardy’yi kaybeden Laurel 1965’te ölümüne dek ne yapıyor? Özetle... Bütün bu sorulara cevap vererek ilerleyen güzel, dokunaklı bir dostluk hikâyesi “Laurel ile Hardy”.

Bedenlerimiz, mevkilerimiz, gençliğimiz zamana direnemiyor belki ama sahici yol arkadaşlıklarımız hayatın sabah saatlerindeki kadar zinde kalabiliyor. Öyleyse kim korkar yaşlanmaktan?