Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ankara’da çok uzun bir gece yaşanıyor. Neredeyse çatı hizasından uçan savaş uçaklarının sesleri yırtıyor başkent semalarını. Başımızı uzattığımız her noktadan, önlerinde durmaya çalışan araçların üzerinden geçe geçe tanklar geliyor. Gece, en mutsuz olduğunuz herhangi bir anı özleyecek kadar vahimdi...

O gecenin hikâyesi

O gecenin hikâyesi


Milliyet’in Ankara bürosunun duvarları savaş jetleri ses sınırını her aştığında, uçaklar Meclis’e her bomba bıraktığında yıkılırcasına titriyor.
Karşı apartmanlarda ışıklar sönmüş, televizyonlar açık.
Meclis’in Ayrancı kapısının hemen karşısındaki market, kapılarını kapatmaya hazırlanıyor.
Ellerinde su, ekmek, makarna koşuşturanlar, bankadan para çekmeye çalışanlar.
Diğer tarafta, ellerinde bayraklar sokağa çıkanlar.
Ankara’da çok uzun bir gece yaşanıyor.
***
Önce İstanbul’dan gelen telefonlarla anlaşılıyor gariplik:
“Burada köprüleri asker kontrol altına aldı.”
Eşzamanlı olarak neredeyse çatı hizasından uçan savaş uçaklarının sesleri yırtıyor başkent semalarını.
Hiçbir gazetecinin, örneğine hiç rastlamadığı bilgiler akmaya başlıyor.
“Genelkurmay’ın üzerinde askeri helikopter uçuyor”, “Karargâhtan helikopter kalkıyor”, “MİT’e helikopterden ateş açıldı”, “TSK yönetime el koymuş.”
Alışılmadık “darbe” manzarası, askerin emir komuta zinciri içinde hareket etmediğini gösteriyor.
“Genelkurmay Başkanı rehin alındı”, “TRT yayınına el konuldu.”
Gazeteye dönerken savaş uçaklarının sesi her şeyi bastırıyor.
Bir anda Ankara’nın dört yanına dağılan gazeteci arkadaşlarımızdan telefonlar geliyor:
“Bize ateş açtılar, koşuyoruz.”
Kritik hangi nokta varsa oradan vahim bir haber çıkıyor.
Çankaya Köşkü’nde toplantı olduğu söyleniyor, tanklar oraya doğru hareketleniyor, “Emniyetçiler göreve çağırıldı” deniyor, Ankara Emniyet Müdürlüğü yerle bir ediliyor, “Vekiller Meclis’e gitti” haberi geliyor, TBMM, ardı ardına tam 10 kez bombalanıyor.
Havadaki uçakların darbecilerin mi darbeye direnenlerin mi olduğu bilinmiyor.
Başımızı uzattığımız her noktadan, önlerinde durmaya çalışan araçların üzerinden geçe geçe tanklar geliyor.
Milliyet’in Ankara Bürosu, tam da Ankara’nın kalbi dediğimiz bölgede. Bir tarafında birkaç dakika mesafedeki Meclis bahçesi, bir tarafında ABD Büyükelçiliği, Genelkurmay, İçişleri Bakanlığı birkaç dakika mesafede.
Saatler ilerledikçe hemen her muhabirden telefon geliyor.
“Doğrudan bize ateş ediyorlar”, “Bir daha yaklaşırsanız vuracağız dediler.”
Aynı anda, “TSK yönetime el koydu” mailleri.
İstanbul’da daha işin başında ortaya çıkan tankların Ankara’da görülmediğini konuşurken aramızda, “Tanklar Sıhhiye’de” haberi gecikmiyor.
Tankların hangi yöne gideceğini anlamaya çalışıyoruz.
Tahminler Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Çankaya Köşkü, TBMM.
Her noktada önlem almaya çalışıyoruz.
Tankların sesleri yakında artık iyice.
Bir anda tanklardan bir bölümü gazetenin önüne yaklaşıyor, ağır ağır, kendisini göstere göstere Meclis yönüne doğru hareket ediyor.
Yeni bir bombayla sarsılıyor duvarlar.
Masalardakiler devriliyor, sarsıntının etkisiyle düşüyor bazı arkadaşlarımız.
Çankaya Köşkü yönüne doğru giden tankların önüne gelen her aracı ezip geçtiği haberi geliyor.
Ve yeniden bir bomba.
Binada bulunanların bir bölümünü bir başka yerde çalışması için gönderiyoruz.
Kalanlar da an an değişen haberleri yetiştirmeye çalışıyor.
Gece iyice ilerledikten sonra darbeci grubun CNN Türk’teki meslektaşlarımızı susturmak için harekete geçtiği bilgisi geliyor.
Az sonra herkesin gözünün önünde yayın susturuluyor, silah sesleri, bağırışlar birbirine karışıyor.
Ankara’da ise her kurum, o kurumu teslim almaya çalışan askerlere direniyor.
MİT, çevresini saran gruplarla sabaha kadar çatışıyor, Meclis’teki vekiller yerlerinden ayrılmıyor, gazeteciler haberleri bir an önce yetiştirip gazeteyi mutlaka çıkartmak için uğraşıyor.
Meclis’te vekillerin, çalışanların, gazetecilerin sığınaklarda olduğu haberi geliyor.
Hemen ardından çatışma sesleri o bölgede yoğunlaşıyor.
“Ya içeri girerlerse” sorusu beliriyor akıllarda.
Önümüzde yaşamını yitirenlerin görüntüleri, yaralananların, ulaşılamayanların bilgileri var.
Ancak korkulan olmuyor, ne tanklar ne de darbeci askerler Meclis’e girebiliyor.
Bombalar ise binayı sarsmaya devam ediyor.
***
Ankara, günün ilk ışıklarına aralıklarla devam eden uçuşlar ve silah sesleri içinde giriyor.
Sabaha uyandığında dehşeti daha çok fark ediyor.
Ezilmiş araçlar, Genelkurmay’ın önünde kana bulanmış kaldırımlar, aralıklarla buradan kalabalığa doğru açılan ateş.
Ardı ardına gelen, “Darbeciler teslim alındı” haberleri.
Ve arada gelen uyarılar: “Hayır, az kaldı ama hâlâ bitmedi.”
Ağlayarak gece yaşadıklarını anlatanlar:
“3 ceset kaldırdım buradan dün akşam, benimle yan yana duranları vurdular burada.”
“Tankın önünde duranlardan ikisi düştü üst geçitten aşağıya.”
Yerde ayakkabılar, araçlardan kopan parçalar, devrilmiş ağaçlar, binalardan çıkan dumanlar, ateş sesleri.
Uzaktan uzaktan her şeyi hafife alanların aksine alanda gördüğümüz gözü dönmüş bir şiddetin gerçeği.
Ve sonra o şiddeti yeniden üretenler.
Teslim olmuş, “Gece tatbikatına gidiyoruz” denilerek alana sürülmüş, hangi kuruma neden gittiğini bile bilmeyen rütbesiz, zorunlu askerlerin linç edilmesi hikâyeleri.
“3 bin kişiydik burada, yaptık gerekeni.”
“TRT’nin önünde, döve döve bayıltmışlar askeri.”
“Ankara Emniyeti’nin önünde halk döverek öldürmüş birkaçını.”
Ve bu konuşmaları yapanları sakince uyaranlar:
“Ne farkımız kalır o zaman halka ateş açanlardan, bize teslim olanı gözetmek yakışır.”
Bütün gece darbecilerin çabasına inat sadece gerçeği aktarmak için çırpınan basın emekçilerine saldıranlar.
O sakince uyaranlar sayesinde ağır şiddetten kurtulabilen, çatışmaların içine kadar girerek haber vermeye çalışan gazeteciler.
Gazetecileri büyük üzüntüye boğan ama bütün gece yaşadıklarından sonra hiç de şaşırtmayan Yeni Şafak foto muhabiri Mustafa Cambaz’ın yaşamını yitirdiği haberi.
Bakmayın savaş güzelleyicilere, darbe sevicilere.
Hangi tarafta olursanız olun, kapıya gelen darbe de savaş da gerçeğe dönüştüğünde gayet vahimdir.
Ankara’da da gece, en mutsuz olduğunuz herhangi bir anı özleyecek kadar vahimdi.
En mutsuz hissettiğimiz herhangi bir ana uyanabiliyor olmak ise tek teselli.

O gecenin hikâyesi