Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


28 Şubat sürecinin doruğa tırmandığı bir dönemdi.
Zamanın Başbakanı Necmettin Erbakan'ın verdiği yemekte, garsona "oğlum, rakı getir" söylemiyle simgeleşen, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Merhum Güven Erkaya ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve Sözcüsü olan Büyükelçi İnal Batu, Londra Büyükelçimizin yemeğindeler.
Aralarında, dinleyenlerin kulaklarına inanamayacakları bir konuşma geçer.
Erkaya: "Şeyhimizin sıhhatleri nasıl? Afiyetteler mi?"
Batu: "Kendilerini dergahta ziyaret ettim. Afiyettedirler."
Erkaya: "Şeyhimize en derin saygılarımı arzederim."
Batu: "Zevkle... Şeyhimizin de büyük bir memnuniyet duyacağına inanıyorum."
Düşünün... Öyle bir dönem ki... Başbakanlık konutundaki şeyhlerin, garip kıyafetli, sakallı ulemanın iftar yemeği görüntüleriyle yer yerinden oynamış... Toplumun çeşitli kesimlerini temsil eden kuruluşlar, ayrı ayrı çağrılarak Genel Kurmay'da "irtica" brifingleri veriliyor... Hükümet, sarsılmakta...
Ve böyle bir "Şeyhimiz" muhabbeti!
Üstelik... Merhum Erkaya, masadakilere "Sayın Batu ve ben, Baytaşi Tarikatı'nın müritleriyiz" diyor.
Derin bir sessizlik...
Sonra... Erkaya ve Batu'dan bir kahkaha...
Anlatıyorlar:
"Şeyhimiz, Kemal Baytaş'tır.
TÜTAV
(Türk Tanıtma Vakfı) Başkanı.
Ankara'nın en eski ve en sevilen bürokratıdır.
Çok geniş bir dostlar çemberinin merkezindedir.
Zamanla bu çevre, kendi arasındaki içten dostluk dokusuna Baytaş'ın soyadından esinlenerek
'Baytaşi Tarikatı' adını koymuştur.
Bizim şeyhimiz diğerlerine benzemez. Laiktir, Atatürkçü'dür, dürüst, aydın ve yüreklidir."


Baytaş, daha 25 yaşlarındayken, Ankara'da Barajlar Müdürü olmuştu.
Genç yaşına rağmen, dönemin Başkent büyükleri, sanatçıları ve yazar - çizerleriyle dostluklar kurmuş, siyaset, sanat ve kültürde olgunluk düzeyini tırmandırmıştı.
50 yıla yakın sürede "Başkent'in duayeni" oldu.
Türkiye turizmine çağ atlatan, Turizm Kanunu'nu da o hazırlamıştır.

Baytaş, Turizm Bakanlığı Müsteşarlığı'ndan emekli olunca TÜTAV'ı kurdu.
Tuna Caddesi'nde kiralık bir apartman dairesinde, neredeyse "sıfır" fonla başladı...
17 yıl boyunca, Türkiye'nin tanıtılmasına bir misyoner özeni, fedakarlığı ve etkinliğiyle hizmet verdi.
Devletten bir kuruşluk tanıtım fonu ya da diğer yardımları almaksızın, yüzlerce dış etkinlik gerçekleştirdi.
"Türk Tanıtma ve Kültür Haftaları" olarak düzenlenen bu etkinlikler, İspanya'dan Malezya'ya, Meksika, Çin ve Rusya'ya kadar uzandı.
Halk dansları, sema ve semah mistik dansları, defileler, özgün Türk müziği, Türk mutfağı ve el sanatları, sergiler, kitaplar, broşürler, filmler, plaklar...
Bunları tek tek sıralamak, şu köşeye sığmaz.
TÜTAV'ın "Musical Anatolia" adlı plağı, Fransa Müzik Akademisi tarafından "Kendi Dalında En Başarılı Eser" olarak ödüllendirildi.
"Geçmişten günümüze Türkler ve Türkiye" adlı İngilizce kitap, İngiliz Eğitim Bakanlığı tarafından "Türkler Hakkında Yayınlanmış En İyi Eserler Listesi"nde yer aldı.
TÜTAV'ın merkezi, Çankaya'nın ortasında, taş avlusu, tahta merdivenlerle çıkılan zemini ve tavanları ahşap işlemeli tek örnektir. Tipik bir Ankara bağevi...
TÜTAV, Kütahya'
da, Adalya'da, Antalya Kaleiçi'nde de böyle özgün yapıtları Türkiye'nin tanıtımına sunuyor.
Baytaş, Türkiye'nin tanıtılmasına katkıları için, yakında "Fahri Doktora" ünvanı alacak.

Galatasaray Üniversitesi, sarı - kırmızı kültür zenginliğinden fışkıran ve Türkiye'ye bir dünya markası imajı oluşturan Fatih Terim'i "Fahri Doktora" ünvanıyla ödüllendirirse, camiaya layık olan bir "ilk"i gerçekleştirmiş olmaz mı?
Türkiye'deki yabancı futbolcular arasında sadece biri, İstiklal Marşı'mız çalınırken, yıllardır esas duruşta ve sağ eli kalbinin üzerindedir; Hagi... Türkiye'ye yürekten bağlı bu adama ve tribünlerden yıllarca "ordinaryüs" diye tezahürat yağmurlarında onur çınarı olarak devleşen Lefter'e Spor Akademileri neden "Fahri Doktora" ünvanı vermez?
Yaşar Kemal'i üniversite nasıl "yok" sayar?
Yaşamı yoksullukla geçen Fikret Mualla'nın hiç değilse anısı, Akademi tarafından neden değerlendirilmez.
"Yılın Uluslararası Müzik Adamı" seçilerek Cannes'da ödüllendirilen Ahmet Ertegün'e, böyle bir gönül değeri sunmak için konservatuarlar yaşamını yitirmesini mi bekliyor?
Ve... Bu gazetenin ilk ve unutulmaz Genel Yayın Yönetmeni - Başyazarı Merhum Abdi İpekçi'nin anısına, yıllarca ders verdiği İstanbul Üniversitesi Senatosu, hala nasıl "Fahri Doktora" ünvanı verme kararı almamıştır?