27 Mayıs 1960 İhtilali öncesi,
Türkiye'de yankılanan ve
Türkiye'yi karıştıran olay,
İstanbul Üniversitesi Rektörü Ordinaryüs Prof. Sıddık Sami Onar'ın polis tarafından yerlerde sürüklenişi, hırpalanışıydı.
Onar'ın bir gözü çürümüş fotoğrafı ertesi gün gazetelerde yayınlandığında kıyamet kopmuştu.
Bu olay, üniversitelerde devrin siyasi iktidarına karşı eylemleri ve çalkantıları tetiklemişti.
Eylemler bütün üniversitelere yayılmıştı.
27 Mayıs 1960 İhtilali'nin önünü açan ortam oluşmuştu.
Böylece...
Üniversite öğretim üyelerine ilişmenin tekin sayılmadığı, onların bir bakıma dokunulmazlık kazandıkları sürece girildi.
Daha sonraki yıllarda sırtlarında cüppeleri sokağa çıktılar, toplu protesto yürüyüşleri yaptılar.
Kaç kez cüppelerini yere bıraktılar.
Ama...
Aradan geçen
40 yıl içinde, güvenlik güçleri hiçbirinin kılına dokunmadı.
İlk kez
Dün
Cumhurbaşkanı Sezer'in
19 Mayıs Üniversitesi'ne rektör tercihini protesto etmek üzere,
Samsun Atatürk Anıtı'na çelenk koyan öğretim üyelerine polis
"zor" kullandı.
Hatta içlerinden bir hanım öğretim üyesinin hastaneye kaldırıldığı duyumlarını aldık.
Gerçi öğretim üyeleri, siyasi iktidara karşı üniversitenin tümüyle tavır koyuşunu yansıtan bir gösteri yapıyor değillerdi.
1960 öncesini anımsatan bir rejim bunalımını da yaşamıyoruz.
İhtilal olasılığı ise düşünülemez bile...
Ve öğretim üyelerine zor kullanılışı da, sanırız
Cumhurbaşkanı Sezer'i de,
İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ı da çok rahatsız etmiş olmalıdır.
Ama bütün bunlara rağmen...
40 yıl sonra öğretim üyelerinin bir kez daha itilip kakılmaları, hırpalanmaları, gözaltına alınmaları mazur görülebilir mi?
El kaldırılan ve bunu içine sindirebilen üniversiteden, saygın bilim adamı ve ilim üretimi,
"umudumuz" kuşakları yetiştirmeleri mi beklenecek?..
Hadisenin en üzücü yanı, hadisenin bundan sonraki benzer tavırlar için kötü örnek oluşturmasıdır.
Çifte standart
Ayrıca...
Bundan kısa bir süre önce,
9 Eylül Üniversitesi'ne rektör seçimi bağlamında,
YÖK'ü protesto etmek üzere,
İzmir'de de üniversite öğretim üyeleri protesto gösterisi yapmışlardı.
Güvenlik güçleri onların kılına dokunmadı.
YÖK'e karşı olanıyla...
Cumhurbaşkanı'na karşı olanı arasında çifte standart mı?
Bir diğer
"çifte standart" iddiası da şöyle...
Cumhurbaşkanı Sezer, YÖK tarafından kendisine sunulan rektör adayları listesinde en fazla oy almış isimlerin bulunmayışına tepki göstermişti.
Listeyi
YÖK'e iade ederken
"oylara, üniversite iradesine, demokrasiye saygılı olun" diye yazmıştı.
Oysa...
Sezer, şimdi
19 Mayıs ve
Dicle üniversitelerinde en fazla oyu almış adayları rektör atamamakla, kendi uyarısıyla çelişmiş bulunmuyor mu?
Görünüşte doğru.
Ama hukukun kendisine verdiği takdir hakkını kullanmıştır.
Daha önce
YÖK de, adaylarını
Çankaya'ya sunarken
- sadece 1'er oy almış olanların listeye konulmaları hatası dışında - takdir hakkını kullanmıştı.
Yanlış olan,
YÖK Kanunu'ndaki
"seçim" maddesidir.
Üniversitelerin seçim meydanı haline getirilmesidir.
Böyle bir yanlışlık, en fazla oy aldıkları halde rektörlüğe atanamayan profesörlerden, onların eşlerinden, öğretim üyelerinden, protestolara ve
Cumhurbaşkanı'na
"tercihinizin nedenini açıklamalısınız" - bu durumda haksızlar mı? - sorgulamasına neden oluyor.
Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr