Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


     Turgut Özal'ın vefatının 10. yılı... Körfez Savaşı sırasında gerçekten "1 koyup 3 alacağız" diyordu.
Hayır.
O söylem, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Abromowitz'e aitti.
"Ne tereddüt ediyorsunuz? Bir koyup üç alacaksınız" diye üsteliyordu.
Yanılmıyorsam, önce, Daily News gazetesinin Genel Yönetmeni İlnur Çevik'e...
Bana da tekrarlamıştı.
Ancak...
Özal'ın da bu formüle sıcak bakmadığı söylenemez.
Benimsemişti.

Özal, Kuzey Irak'ta olacakları seziyordu.
Kuzey Irak Kürtlerinin bölgede egemen olabileceklerini, zengin petrol yataklarından oluk oluk gelir sağlayacaklarını, bunun Türkiye'nin Güneydoğusu için bir cazibe merkezi yaratacağını...
Acaba Türkiye ile bir federasyon zemininde bütünleşme düşünülemez miydi?
Hem, Kuzey Irak Kürtleri, bu ülkenin diğer temel kurucu kökeninden Kürt insanlarımızla akraba değil miydi?.
Kuzey Irak Kürtlerinin bize Araplardan daha yakın olduklarını düşünüyordu. Lozan Konferansı'nda İsmet İnönü'nün Musul ve Kerkük'teki Türkmenlerin yanı sıra Kürtlere de güvenerek, plebisit istemiş olduğunu vurguluyordu.
Özal'ın - yanılmıyorsam - "Federasyonu da tartışmalıyız" söylemi, bu rotaya yelken açmanın ön hazırlığı gibiydi.
O zaman, çatışma değil, ortak çıkar paraleli oluşacaktı.
Oysa bakınız bugün Barzani ne diyor:
"Türkiye Silahlı Kuvvetleri'nin savaşta, sınırın bu tarafına geçmelerini önleyerek yüzde 90 zafer sağladık."
Talabani ise densiz:
"Türkiye daha fazla Musul - Kerkük lafı ederse, biz de Diyarbakır'ı konuşmaya başlarız."
Turgut Özal'ın Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri, Süryanileri, Musul ve Kerkük ile birlikte kucaklayan "federasyon projesi" henüz teyel dikişi gibiydi, ama devlet politikasına dönüşebilirdi.
Şimdi, Türkiye, Kuzey Irak'ta oluşumun hem dışında, hem de "engellemek isteyen" görüntüde.
"Hayır"a, yani "olumsuza" dayalı politikalar yürümez.
Tam tersine...
Formül üretmek, geleceği yönetmek gerekir.

Kıbrıs'ta politika da "hayır" eksenli "olumsuzluk"tu.
Yürümediği görüldü.
30 yıl sonra bu politikasızlık politikası noktalandı.
Özal, Kıbrıs'ı daha 1983'te, seçimi kazandığı zaman, hükümeti kurma görevi kendisine verilmeden bir oldubitti halinde kucağında buldu. 15 Kasım 1983'te KKTC bağımsız devleti ilan edilmişti.
Askeri yönetimin giderayak son icraatıydı.
O gün Özal'ın canının sıkıldığını telefonda "çok lazımdı sanki" dediğini hatırlıyorum.
Özal, Kıbrıs sorununu her coğrafyada Türkiye'nin freni olarak görüyordu.
Kıbrıs'ta çözüm olmadan ABD ve AB'de başımızın çok ağrıtılacağını söylüyordu.
AB'ye tam üyelik için başvurduğu gün Brüksel'de onu izleyen gazeteciler arasındaydım.
Dilekçenin geri çevrileceği kuşkuları dile getirilirken o "uzun ince bir yoldayız... Yılmadan yürümeye devam" demişti.
Herhalde Özal hayatta olsaydı, Atina'daki 10 yeni ülkenin katılım töreni, bizler adına bu denli hazin olmazdı.
Türkiye giderek içe kapanan, yalıtılmış ülke olma sürecinde görünmezdi.

Turgut Özal 1987'ye kadar Türkiye'ye biyonik devlet denebilecek bir yenileşme sağladı.
Sadece "döviz sorununun çözülmesi ve kambiyo sisteminin küreselleşmesi" bile devrimdir.
O tarihe kadar Özal'ı destekledik.
Çünkü Özal klasik politikacı değildi.
Ama...
1987'den itibaren referandumla birlikte Özal değişti.
Demirel'in nefesini ensesinde hissetmeye başladı...
Ardından kalp ameliyatı oluşu... Yakınları tarafından konuta kapatılışı... Kaya Erdem gibi erdemli kişiler çevreden uzaklaştırılırken etik değerleri kuşkulu olanlar tarafından kuşatılışı... Hesabı kitabı bırakarak Özal'ın enflasyonu yeniden azdırmak pahasına seçim yatırımları yapışı... Ayyuka çıkan yolsuzluk söylentileri...
Özal, artık inişe geçmişti.
Fakat gene de vizyonu, öngörüsü, kararlılığı ile küresel sahnenin aktörleri arasındaydı.