Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Güneri CİVAOĞLU

Türkiye'de hiçbir şey, Mesut Yılmaz'ın "Genel seçimler 1998 Ekim'inde" sözü gibi, manzaraları değiştiremezdi.
Herkes ve her kurum, artık hesaplarını, Ekim 1998'in olası sandık sonuçlarına ve iktidar tahminlerine göre yapmaya başlamıştır bile...
Hepsine naciz bir tavsiye...
Tahminlerini "asker" faktörüne dayandırmasınlar.
Yanılma riskleri fena halde büyüktür.
Bu yanılgıların örneklerine bakalım.

1983 yaz sonlarıydı.
Türkiye, 12 Eylül generaller rejiminin yönetiminde genel seçimlere gidiyordu.
Şimdi, artık unutulan, izi bile kalmayan MDP'nin genel başkanı Turgut Sunalp, seçimlere 3 ay kala, seçimi alacağından, Başbakan olacağından öylesine emindi ki... Hükümet listesini yapmaya başlamıştı bile.
Devrin Maliye Bakanı Kafaoğlu'na bir nedenle kırılmıştı. Telefonda "Halbuki ben de, sizin adınızı kuracağım hükümette bakan olarak yazmıştım bile" diyordu.
O konuşmanın tanığıyım.
Siyasete, çok ileri yaşlarda ve altın tabakta ikram edilen Genel Başkanlık'la geçmişti. "Saf" denecek kadar temiz, eski bir askerdi.
Çevre, O'nu dolduruşa getirmişti:
"Bu iş tamamdır, Paşam. Artık seçim formalite. Kenan Paşa, seçimden önce televizyona çıkarak - oylarınızı Sunalp Paşa'ya verin - diyecek. İşi bitirecek."
Turgut Paşa,
bu dolmuşa binmişti.
Öyle ya...
Kenan Paşa, televizyonda iki konuşmayla Anayasa'ya yüzde 93 "EVET" oyu sağlamış değil miydi?
Gene, TV'ye çıkarak, Sunalp'a da bir seçim zaferini neden vermesindi?
Gerçekten...
Evren, seçimden önce TV'de Sunalp'in partisini destekleyen bir konuşma yaptı.
Sonuç...
Sunalp'ın partisi, üçüncülükte kalmıştı.

27 Mayıs 1960 askeri ihtilali Bayar - Menderes ikilisinin yenilmez armada gibi DP'sini kapatmıştı.
İsmet Paşa'nın CHP'sinin seçimi silme alacağı "çantada keklik" gibiydi.
Ama...
O dönemde, salt seçim sandığı anahtar deliğinden bakılırsa, İsmet Paşa bir siyaset hatası yapmıştı.
"27 Mayıs'ın ne içindeyiz... ne de dışında" demişti.
Bu sözler, ihtilal ile dirsek temasının itirafı gibi algılandı.
DP'nin, CHP'ye akabilecek fanatik olmayan oylarını durdurdu.
Onlar, DP'nin mirasına oynayan ama AP'ye göre akılcı, laik, Atatürk çizgisine daha yakın Alican'ın YTP'sine oy verdiler.
Sonuç...
CHP, beklenenin tersine, rakipleri silerek, seçimi silme alamadı. Hatta tek başına iktidar bile olamadı.
Öte yandan...
İsmet Paşa'nın sandık deliğinden bakıldığında "talihsiz" görünen "27 Mayıs'ın ne içinde, ne dışındayız" sözü, Türkiye'nin demokrasi talihiydi.
Asker, seçim sonrası - çok duyarlı konuşmalardan sonra - iktidarı ancak İsmet Paşa'nın Başbakanlığı koşuluyla, sivillere devretmeyi kabul etmişti.
Kendini ve partisini 27 Mayıs'ın dışında görmüyordu.
Türkiye, ilk ihtilalden demokrasiye böylece yumuşak geçiş yapabilmiştir.

12 Mart 1971 muhtırası, devrin Başbakan'ı Demirel'e ve AP iktidarına verilmişti...
Ama...
Kumandanların uzaktan yönetimiyle kurulan hükümetin Başbakan'ı Nihat Erim, CHP'liydi.
CHP Genel Başkanı İnönü'den onay ve hükümetine de CHP'den bakanlar aldı.
O hükümete Demirel'in onayıyla, AP de bakanlar verdi.
Sonuç...
CHP, Genel Başkanı'nı değiştirmişti.
12 Mart'a karşı kesin tavır koyan Ecevit lider olmuştu. Hükümetle ilgisini kesmişti. Ve Ecevit'in CHP'si, 1973 seçimlerinden birinci parti olarak çıktı.
Diğer oy patlaması yapan parti, 12 Mart generallerinin kapattırdığı MNP'nin yerine kurulmuş bulunan Erbakan'ın MSP'siydi.
İsmet Paşa, bir kez daha demokrasiye yumuşak geçiş yaptırmış ama siyasette kaybetmişti.

Orduya dayandırılan siyasi hesaplar yanıltıcıdır.
Ordunun şu veya bu tavrıyla, belki iktidarlar sona erer... ama ordunun vaziyet alışlarıyla sandık sonuçları belirlenmez.
Orduya dayanarak da... orduya rağmen de politika yapılmaz. İkisinin de faturaları vardır.
Komutanlar, seçim öncesi açıkça bir lidere ve bir partiye destek verirlerse, yanlış yaparlar. Evren'in bile desteği ters tepmiştir. Buna karşın, "Komutanlar, beni destekliyor" havasını basmak da, bir o kadar hatadır.
Ordunun devreye girdiği iktidar değişikliklerinde, ayağı kayan iktidar partileri - izleyen - ilk seçimde tökezliyor.
Ve nihayet, liderlerin "seçim sandığının" anahtar deliğinden bakmakla yetinmemesi, ilk seçimle, demokrasiye yatay geçişi yaptırma görevleri de vardır.
Yılmaz'ın "1998 Ekim'inde seçim" işareti kadar şu satırların ışığında "İrticayla mücadele MGK'nın değil, hükümetin işidir. Bir ülkede iki hükümet olmaz" sözleri de önemlidir.

Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr