"Beyaz Enerji Operasyonu ve asker" polemikleri, zaten şişirilmiş ve yapay bir tartışmaydı...
Geçelim.
Ama... Bu kez gündeme getirilen "asker, AB'ye karşı mı?" tartışması, ciddi bir konudur.
Bu bağlamda...
Harp Akademileri Komutanlığı'nda düzenlenen sempozyumda dinlediklerimden izlenimleri yansıtayım.
Önce, TSK tavrının genel çerçevesini çizmeliyim:
Genel Kurmay bildirilerinde de ortaya konduğu gibi, Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Şenocak, konuşmasında "Silahlı Kuvvetler'in, ilke olarak Türkiye'nin AB'ye üyeliğine taraftar olduğunu" tekrarladı.
Yani, asker AB'ye karşı değil.
Ancak... Duyarlı olduğu sorunlar var.
Örneğin... AB tarafından kurulmakta olan ve NATO olanaklarından da yararlanması öngörülen silahlı kuvvetler biriminin karar mekanizması dışında bırakılmamız.
O nedenle... Türkiye, ABD'nin de bütün ısrarlarına karşın, NATO güçlerinin AB tarafından ve AB karar mekanizmasıyla kullanılmasını veto etmiştir.
Bu süreci, bir süre için de olsa dondurmuştur.
Aynı süreç ve etkinlikte yer almadıkça vetoyu sürdürecektir.
Harp Akademileri Komutanlığı'ndaki sempozyumda şöyle görüşler dile getirildi:
"Japonya, büyük bir devlet değil bir ticaret devidir.
Büyük devlet, ancak güçlü silahlı kuvvetlerle mümkündür.
AB ileride Avrupa Birleşik Devletleri haline geldiğinde, bir ticari dev olmanın ötesinde güçlü bir süper büyük devlet olmak için kendi silahlı kuvvetlerini kuracaktır.
Çünkü 2000'li yıllarda potansiyel rakibi ABD'dir.
Türkiye, AB üyesi olmadığı için bu Avrupa kuvvetinin kuruluş sürecinden itibaren dışında kalabilir. İleride de artık çok geç olabilir.
Oysa, şu aşamada Türkiye, AB'nin çeşitli yörelerde müdahale amacıyla kuvvet kullanma operasyonlarının hem karar, hem uygulama safhalarında yer almalıdır."
Yani, askerin isteği; Pamuk iplikleri değil, göbek bağları...
Asker romantik değil, gerçekçi... Örneğin AB'nin NATO'dan da yararlanarak müdahale etmesi olası 11 duyarlı noktadan, 8'i Türkiye etrafında.
Bu karar sürecinin nasıl dışında kalabiliriz?
Bir başka düşündürücü olasılık daha...
Zorunlu bir sıcak çatışmaya Atina'nın ya da Lefkoşe'nin çanak tutması halinde, Türkiye zor durumda kalabilir.
AB üyesi olan Yunanistan ve adaylıkta kilometre dolduran Kıbrıs nedeniyle, Türkiye, Avrupa silahlı güçleriyle hiç değilse kağıt üzerinde karşı karşıya olmayı, bütün ağırlığıyla hissedebilir.
Oysa, NATO güçlerinin de kullanılmasını öngören AB silahlı müdahale çekirdeğinin, gerek karar ve gerekse uygulama sürecinde yer alırsak, durum bu denli "ak" ve "kara" kesinliğinde olmaz.
Türkiye, AB Siyasi Birliği'nin değilse bile, silahlı gücünün içinde olur.
Bir yaklaşım şöyle...
"AB'ye üye olan hangi ülke bölündü?"
Elbette... Türkiye'nin bölünmesi, AB dışında kalsa da olacak şey değil.
Ama, Kürtçe TV, radyo ve eğitim gibi konularda duyarlıklar, AB üyesi yapılmamaya, eşikte bekletilmeye karşıdır. Tam üyeliğe değil.
Eğer Türkiye, AB'ye tam üyelik için oyalanmak yerine... Hiç değilse önümüzdeki 10 yıllık süreçte silahlı ortak güç yapılanmasında yer alırsa, kuşkular azalır.
Gümrük Birliği'nin ekonomik bağları ve ortak güçte bütünleşme, siyasi yapılanmaya temel oluşturabilir.
AB olmasa da, Yüzde 90'ı ile zaten Türkiye'nin kendi hedefleri olan Kopenhag kriterlerine daha ileri adımlar için güven ortamı gelişebilir.