Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Diplomasi sihirbazı Richard Holbrooke’den öğle yemeğinde "onun gözüyle Türkiye"yi dinliyorduk... Saat 14.00’te "Şu anda hayat duruyor. Sadece futbol var. Ben de susuyorum" dedi. Odadaki TV açıldı. Ve Hakan’ın golü...
İnanılır gibi değildi. Aramızdan biri golü "İşte Holbrooke’nin anlatmak istediği şey" diye yorumladı.
Holbrooke, yemek boyunca Türkiye’nin stratejik önemini anlatmıştı.
Holbrooke’ye göre, "Soğuk savaş döneminde Batı için Almanya ne idiyse, şimdi de Türkiye o... Uluslararası ilişkileri kuvvet belirler. Türkiye’nin elindeki kartlar çok kuvvetli. Ancak yönetimler iyi oynayamıyor."
Neden?
Holbrooke’nin açıklaması şöyle:
"Politik yapınız iyi yönetim üretmiyor."
İtirazı olan var mı?

Bu siyaset, ekonomi ve sosyal doku manzaralarında "iyi" politikacı izleri görüyor musunuz?
Son haftalarda sıkça tanığı olmaya başladığım bir söylemi yansıtayım: "Politikada aymazlık sürer ve bir büyük kriz daha patlarsa, IMF yardım koşulları, bu kez herhalde ekonomi ile sınırlı kalmayacak. IMF siyasi reformlar da isteyecektir."
Üçüncü sınıf adamlarla birinci sınıf sonuç alınmaz.

Bir çelişki örneği vereyim...
Yemekte TESEV’in son anketi de konuşuldu. Bu saygın kurum, "rotası olmayan geminin yelkenlerini dolduracak rüzgâr yoktur" söyleminin kanıtı durumundaki Türkiye’ye rota sunuyor.
Mesajı açık ve net:
"Türkiye halkının yüzde 64’ü, AB’ye tam üyelik istiyor. Karşı olanların oranı sadece yüzde 30... Yani taraflı olanların yarısı bile değil."
Bu durumda hükümetin bütün ortaklarıyla, toplumun büyük çoğunluğunun ağırlık koyduğu AB’ye odaklanmaları gerekmez mi?
Batı kafası, böyle görüyor...
Ama bir başka görüş de var.
"Geriye kalan yüzde 30’a oynamak, bu seçim sisteminde bir partiyi tek başına iktidar yapar."
Acaba gerçekten öyle mi?
Aynı araştırmaya göre "MHP’nin kendi seçmeninin yüzde 70’i AB’ye tam üyelik taraflısı."
Buna ne demeli?
Pirince giderken, bulgurdan olmak da var hesapta. Üstelik "oy hesaplarına" hapsolmamak, oyların lokomotifi olmak gerek.

"Yapının yönetici üretmemesi" Türkiye’yi kayalıklara sürüklüyor.
Oysa çözüm - ileride yapısal reformların kesinlikle yapılması koşuluyla - elle uzanılacak kadar yakın...
Ecevitler, toplumun sesine kulak versinler yeter.
Halkın sağduyusu doğruları göstermekte.
Ecevitler hem AB ve ekonomik program için gerekli şu kısa süreçte dümeni tutacak, hem de kararsız çoğunluğun adres olarak göreceği ve böylece seçim sonrası için de siyaset güvencesi verecek isimleri işaret etmeliler. Ve çekilmeliler.
Kim ya da kimleri mi işaret etmeliler?
Eğer hâlâ duymamışlarsa, halkın sesi için 48 saatte önlerine bir kamuoyu araştırması konabilir. DSP’nin "meçhul meşurlarıyla" ne bugünlerin yangını söndürülür, ne yarınlara umut verilir. DSP, dibe giderken Türkiye’yi de aşağı çekiyor.

Gelelim yazının başında yansıttığım gol ve yorumuna...
Milli Takım’ın dünya üçüncülüğü ile zirveye yükselen Türkiye’de futbol tırmanışı, bir derstir. Türkiye’nin başarabileceğinin kanıtıdır.
Türkiye’de futbol, Batı standartlarını yakalayan en öndeki sektör.
Türkiye’nin futbolu, politika erkinin çok önünde.
Futbolcuları, kulüpleri, hocaları ve zihniyetiyle... Bir net soru:
"Ya Ecevit Milli Takım’ın koçu, eşi Rahşan Hanım da koç yardımcısı olsalardı?"
Cevabınızın "desibeli" uzaklardan bile kulak zarıma acı vermekte.
Bu büyük zaferi, coşku selini yaşatanlara teşekkürler.
Dünya üçüncülüğünün yanı sıra Türkiye’ye güven verdiler.
Keşke rota verdikleri de görülse.