"Türkleri tanımak için bol bol rakı içmek gerek. Dostlarımın bu tavsiyesi üzerine yüz binlerce ton rakı tüketimine ben de katkıda bulundum.Türkleri anlamak için neden mi rakı içmek lazım? Rakı şeffaf bir içkidir. İçine su konulunca buzlu cam gibi bir renk alır. O zaman dıştan bakınca içini göremezsiniz.Kendinizi rakının içinde hissetmeniz lazım.Rakı içmek bir süreçtir.Önce Rum, Ermeni, Arap, Türk mezeleriyle donanır masalar...Rakı sofraları, fikir forumları gibidir.Sanat, aşk, siyaset orada konuşulur.Türkiye, her gece on binlerce, yüz binlerce rakı sofralarında tartışılarak kurtulur.Ben de rakı tüketimiyle, rakı sofralarında tartışmalarımla, bu forumlarda yer aldım.Rakı sofralarının bir özelliği de, pek çok çeşit mezelerle tıka basa doyulduktan sonra, sıranın, ana yemek olan, güzelim Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz balıklarına ancak gelmesidir.Ve... Çoğu kez 'Ehh, doyduk artık, balık yiyecek yer kalmadı, yemesek de olur, başka sefere artık' denerek sofradan kalkılır.".........................Yukarıdaki satırlar, New York Times'ın yıllarca Türkiye temsilciliğini yapan Stephen Kinzer'in Hilal ve Yıldız - İki Dünya Arasında Türkiye kitabından aklımda kalanlarla derlediğim bir özet mesaj. (*)En önemlisi... "Karınları çeşit çeşit mezelerle doldurulduktan sonra ana yemek olan balığa geçmeden sofradan kalkmak" saptamasının aslında Türkiye insanının karakterini yansıtması...Yani... Amaca uzanan zorlu coğrafyadaki keçi yollarını, patikaları, yolları, köprüleri geçeriz, nehirleri, dağları aşarız. Hedefe yaklaştığımızda ise, artık bıkkınlık gelmiştir... "Bu kadarı da yeter" deyip vazgeçeriz.Sanki... Kendine eziyet etmekten hoşlanmak ruh hali.Rakı sofralarında kahır edebiyatı, ezilmişlik, harcanmışlık, anlaşılmamış olmak geyikleri...IMF ile anlaşmalarda bunu çok kez yaptık. IMF koşullarıyla yıllarca kemer sıktık, mahrumiyetler yaşadık ve yaşattık... Sonunda artık düze çıkacakken "Yeter ulan bu IMF... Artık kabak tadı verdi. Esir miyiz be!.." narasıyla IMF'yi yolcu ettik.AB ile ilişkiler de kaç kez buzdolabına konuldu...........................Şimdi...Uzun süredir ilk kez sonuna kadar götürecek gibi göründüğümüz bir "çağdaşlık safarisindeyiz."IMF ile bu sonuncu anlaşma birkaç kez kopma noktasından döndü... İyi gidiyor gibi...Rakıya su koyuverip bulandırmazsak, 2 yıl sonra enflasyonu yüzde 5'in altına düşmüş, borç stoku normallere çekilmiş, sürdürülebilir sağlıklı bir büyüme yörüngesine oturmuş bir Türkiye'de yaşıyor olabiliriz. IMF ile o zaman yolları ayırırız.Ama... Türkiye giderek seçim havasına kendini kaptırmakta.Bu seçimin bir büyük özelliği de, cumhurbaşkanı seçimi ile göbekten bağlı oluşu...Rakıya su konulursa, rakının rengi değişirse kaygıları hiç de nedensiz değil..........................Bir diğer kaygı, AB ile tam üyelik görüşmelerinin başlayacağı 3 Ekim virajı.Bu takvim yaprağı için Türkiye çok çekti.Çok çaba gösterdi.Kendini adeta yeniledi.Fakat... Dayatmalar ve koşullar da giderek öylesine ağırlaşıyor ki, Türkiye insanının burnuna kadar doyduğu ve "Ana yemek kalsın, daha fazlasına tahammül edecek yerim yok" diyerek masadan kalkması olasılığı da var.Oysa... Sabretmek, bir defa olsun sonuna kadar gitmek gerek.Yani... Rakıyı adabıyla içmek, adabıyla yemek ve adabıyla "tatlıya" geçebilmek...Sonra da ayak ayak üstüne atar, ulusça kahvemizi höpürdete höpürdete içeriz.Aman bu defa bir sakarlık yapmayalım.........................(*) Hilal ve Yıldız - İki Dünya Arasında Türkiye; İletişim Yayınları, 2002 Stephen Kinzer. g.civaoglu@milliyet.com.tr Yabancı gazeteci gözüyle Türkler ve Türkiye gözlemlerini irdelemekte yarar var:
Özay Şendir
“Erdoğan, Osmanlıyı diriltmek istiyor…”
11 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Şaşırtan Çin
11 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Yatırımda yeni şifre: Hızlı nakit
11 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Nükhet Duru: Fırınlanmadan, pişmeden kalıcı olunmaz
11 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Vadeli lider vs. Vadesiz lider: Habemus Papam...
11 Mayıs 2025