Güneri CIVAOĞLU
İlk gençlik yıllarımızdan bir anı.
16 - 18 yaşlarında
3 genciz.
Çetin Emeç'in
kıçtan takma 10 beygir gücündeki deniz motorundayız.
Üçüncü kişi
Çeto'nun
Galatasaray Lisesi'nden arkadaşı
"kıl" lakaplı
Erdoğan...
O yılların
İstanbul'unda, özel yelkenli tekne ya da motor sayısı parmakla sayılacak kadar az.
Herkes, kürekli kayıklarla denize açılıyordu.
Çetin'in motoruyla, yalıların önünden kayıyoruz.
Süksemiz iyi..
Ancak...
Yanımızda beliren bir başka
kıçtan takma 10 beygir motorlu genç, bize
"hava" yaptı.
Çeto fena halde alındı.
Kapıştık.
Onlar teknede
2 kişi.
Biz
3...
Daha ağırız.
Avantaj karşı tarafta.
Ama...
Çeto bu, dinlemez.
İlla geçecek.
Dalga ve
rüzgar hesaplarıyla... Karşı tarafı, balığa çıkmış kayıkların arasına itmek için
tehlikeli sıkıştırma, dümen marifetleriyle üstünlük almaya çalışıyor.
Nasıl yoğunlaşmış, anlatılır gibi değil...
Müthiş de
öfkeli.
Burnundan soluyor.
Oysa,
delikanlı Çetin'i anımsıyorum.
İçi ışıl ışıl gülen gözler.
Hafif toplu, gamzeli yanaklar.
Geniş omuzlu, atletik bir vücut.
Sevecen mi sevecen.
Şimdi oğlu
Memo, o zamanki
Çeto'nun kopyası.
Böyle
yarış öfkesi, hırsı, ihtirası, inadı, o yüze bakıldığında mümkünü yok tahmin edilemezdi.
Sonraları çözdüm zaten...
Hırs değil...
Onur.
Çeto, çok
onurluydu.
Yaşam, onun için sürekli bir yarıştı.
Onuru için hep kazanmalıydı.
O sıralar
Suadiye'de,
Çetinlerin çok güzel bir yalıları vardı.
İskelenin hemen orada.
Babası
Son Posta Gazetesi'nin sahibi
Selim Ragıp Emeç'ti.
Akşamüstleri,
Suadiye Plajı arkasında
Mini Golf'te toplanılırdı.
Zamanın ünlü sporcuları orada olurdu.
Örneğin...
Can Bartu, Merhum Metin Oktay, Galatasaray'ın o zamanki kaptanı Turgay Şeren, basketçi Tuğrul Demir gibi
gözdeler.
Çamlık'ta gençler futbol oynarken,
Çeto'nun kardeşi, Merhum Aydın Emeç de aralarında olurdu.
Galatasaraylı Kamil "reis"ti.
Haftada bir
Şaşkın Bakkal'daki sahada, büyük maçlar yapılırdı.
Sahada ünlüler top koştururdu.
Dragos Tepe'den Fenerbahçe'ye kadar, yörenin bütün güzel kızları, sahayı çevrelerdi.
Ve tabii...
O zamanın deyimiyle
kesişmeler, kıskançlıklar, aşklar.
Çeto, bu etkinliklere pek fazla katılmazdı.
Erdoğan'la biz,
O'na giderdik.
O zaman laflar, beraber olurduk.
Motoru ile gezerdik.
Sonra...
Uzun süre görüşemedik.
O,
Hayat Dergisi'ndeydi.
Ben, Ankara'da
parlamento muhabirliği.
Yurtdışında geçirdiğim
eğitim yılları ve
gazetecilik...
İstanbul'a gelip gazete yönettiğimde, artık aynı tekne içinde başkalarıyla yarışmıyordum.
Farklı teknelerdeydik.
İkimiz de
gazeteler yarışına kitlenmiştik.
Bazen beraber oluyor, eskilerden konuşuyorduk...
Sonra, yarışa devam.
"Hırs" değil,
"onur".
Yıllar geçti.
Yaşlarımız ilerledi.
Zaman zaman gazete değiştirdik.
Sonra...
Yöneticilikten ayrıldık.
Mesleği
yazar olarak sürdürmeye başladık.
Artık, daha sık telefonlaşıyorduk.
Daha sık beraber oluyorduk.
Zaman içinde
şarap gibi yıllanmış bir lezzetli dostluğa eriştik.
İşte o sırada
insanlığın yüz karaları Çeto'yu elimizden aldılar.
Bu satırları,
Hürriyet'teki
konferans salonuna onun adının verilme törenine katılamamak üzüntüsüyle yazıyorum.
Gerçi benim
yaşam galerimde, onun adını taşıyan bölüm çoktan var...
Ama...
O saatlerde
Hürriyet'teki törende olmayı da isterdim.
Oysa...
Aynı saatlerde zorunlu olarak hastanedeydim.
Olayın önemine gelince...
Hürriyet'teki salona Çetin Emeç adının verilmesi, anlamlı, derinliği olan bir jesttir.
Daha
Simaviler döneminde yapılmalıydı.
Vefa gereğidir.
Katillere gazetecilik mesleğinin cevabıdır.
Aydın Doğan'ı,
Ertuğrul Özkök'ü, bu güzelliğin oluşmasında katkısı olan herkesi kutluyorum.
............
Ve çok
sevgili Abdi İpekçi'yi de anımsıyorum.
Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr