Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Bugün Pazar. Siyaset dışına çıkalım.
"Chopin'in vücudundan sökülen kalbi" öyküsünden başlayalım.
"Fazıl Say'ın piyano resitalinde çalan cep telefonu" hadisesine uzanalım.
Ünlü piyanist ve kompozitör Frederic Chopin, son yıllarını geçirdiği Fransa'da ölmüştür. Yıl 1849...
Vasiyeti açılır.
"Kalbimi, bedenimden sökün. Vatanıma, Polonya'ya götürün".
Bu çok ilginç ve duygusal vasiyet, sanatçının ablası Ludvika tarafından yerine getirilir.
Çünkü...
Delicesine aşık olduğu Fransız kadın yazar George Sand,onu terketmiştir. Chopin veremdir.
Yapayalnızdır. Kan kusmaktadır.
Vasiyetini o koşullarda yazmıştır.

Frederic Chopin'in yüreği, bedeninden çıkarılır.
Ablası Ludvika tarafından bir kutuya konur.
Polonya'ya götürülür.
İçinde Chopin'in yüreği olan kutu, Başkent Varşova'daki Kutsal Haç adlı kilisenin sütunlarından biri oyularak içine konur.
Kutu hala orada...
Chopin'in bedeni ise Fransa'da gömülü.
Şu satırları, Polonya'dan dönerken, uçakta yazıyorum.
Polonya'da tarihçilere, müzik uzmanlarına, rehbere sordum:
"Chopin, neden bütün bedeninin değil de, sadece kalbinin vatanına gönderilmesini istemişti?"
Bu soruma cevap olarak bazı yorumlar yapıldı.

İşte, bunlardan biri:
"Polonya, o sırada işgal altındaydı. Chopin, vatanına sadece kalbini göndererek işgali protesto etmiş olabilir."
Bir diğer yorum şöyle:
"Kalbi kutuda saklamak, Polonya tarihinde, büyük bir aşkın simgesi olarak yer almıştır. Kral Stanislaw Augustus Poniatowski öldüğünde Kraliçemiz çok üzülmüştü. Kral'ın kalbini, Kraliçemiz, yaşamı boyunca bir kutu içinde saklamıştı. Çünkü, destansı bir aşkı vardı. (Böyle bir aşka kim imrenmez ki?) Chopin'in, Polonya'ya aşkı da öyleydi. Zaten Polonez, (Polonaise) en güzel yapıtıdır."
Ve nihayet son bir görüş daha:
"Chopin, sıra dışıydı. Olağanüstüydü. Onun ne düşündüğünü, biz normal ve olağan kişiler bilemeyiz ki!"


Galiba...
En doğru cevap, bu sonuncusu olabilir; "sıra dışı insanları... Ve onların tepkilerini, eylemlerini, söylemlerini olağan insanların anlayabilmesi" güç.
Hatta... Mümkün değil.
Örneğin...
Dahi ressam Van Gogh'un, "usturayla kestiği kanlı kulağını, sevdiği kadına gönderdiği" iddia edilir.
Olağan insanlar için bu hadise, anlaşılır şey midir?
Elbette "hayır".
Çünkü...
Olağan bir erkek, aşkına mektup ya da şiir yazar...
Belki, zarfın içine kurumuş bir çiçek koyar.
Yahut...
Olağan bir ressam, yaptığı resmi gönderir.
Usturayla kesip, kanlı kulağını göndermez.
Ama...
Sadece kulağını kesebilen çok farklı ve özel biri, Van Gogh olabilmiştir. Yüreğinin vatanına gönderilmesini isteyen çok farklı ve özel bir piyano dahisi de, Chopin olabilmiştir.
Fazıl Say'a gelince...
O elbette...
Bir Chopin, bir Van Gogh değil...
Ama... Sıra dışı bir sanatçı olduğu kesin.
Dünyanın en çok satan klasik CD'sinde O'nun adı ve resmi, boşuna değil.
Biyografisinin her satırı "sıra dışılığı" yansıtıyor.
O nedenle...
Aya İrini'deki resitalinde çalan cep telefonuna gösterdiği çok sert tepkiyi, olağan ilişki kalıpları içinde izah ve yorum, yanlış olabilir.
Özellikle...
Klasik terbiye kuralları ile yetişen bizler için de böyle tepkiler yabancıdır.
Ve nihayet...
Bu satırlarım o konuda yazan hiçbir dostuma, meslektaşıma dönük bir mesaj değil.
Yani...
Ne " Say daha olgun davranabilirdi" diye yazanlara ...
Ne de "cep telefonunu uyarıya rağmen kapatmayanlara ders verdi. İyi yaptı" yargısında bulunanlara...
Kamuoyu ikiye ayrılmış.
Olağan sanatçı - izleyici ilişkileri ya da sosyal kurallar merceğiyle bakıldığında, iki bakış da haklı olabilir.
Ne var ki...
Bir de sıradışı sanatçıları ve tepkilerini yorumlamakta - gene sıradan biri olarak - ben farklı mercekten de bakılmasını öneriyorum.
Belkide bu üçüncü yaklaşım, ortak payda yaratabilir.
Chopin'in kalbinin gömüldüğü kutsal Haç Kilisesi ve Stanislaw Augustus Poniatowski'nin kalbinin, büyük aşkı Kraliçe tarafından kutu içinde ömür boyu saklandığı Polonya Kraliyet Sarayı'nı gezerken...
Gece, Su Üstü Saray'da, Maciej Poliszewski'nin piyano resitalinde Chopin'in Balad'ını, 3 Mazurka'sını, Valslerini, Polenez'ini dinlerken, işte bunları düşündüm.
Bir farklı mercekten de baktım.
Ve içim sızladı:
"Keşke...
Nazım Hikmet'in kalbini, O'nun istediği gibi, Anadolu'da bir ağacın altına gömebilseydik"


Yazara E-Posta: G.Civaoglu@milliyet.com.tr