Damdan ayağı kayan Türkiye'ye, damdan düşenlerin deneyimlerini yansıtalım.(1)
"Kriz sonrası Endonezya'da öğretmenler, çocukların büyük bir kısmının sabah okula aç geldikleri için dersleri izlemekte güçlük çektiklerini bildiriyorlar.
Tayland'da yoksul aile çocukları, artan oranlarda uyuşturucu satışı ve seks ticareti ağlarına düşüyorlar.
Endonezya'da 10 milyon kişi işsiz kalıyor.
Kore'de 1,5 milyon, Tayland'da 750 binlik işsiz selleri oluşuyor.
Endonezya'da, 85 bankadan sadece 4'ü ayakta kalıyor.
Diğer ülkelerde de bankalar domino taşları gibi ardarda devriliyor... İşyerleri kapatılıyor.
Japonya'da bile en büyük 10 bankadan 3'ü iflas ediyor."
Kara örnekleri daha fazla sıralamak istemiyorum.
Yukarıdaki satırların amacı, yeterince sağduyulu davranmazsak, son haftalarda yaşadığımız krizin hangi boyutlara varabileceği hakkında fikir vermektir.
Uzakdoğu Kaplanları'nın krize düşmelerinin de, krizden çıkmalarının da başlıca nedeni "güven" unsuru.
Örneğin...
Yıl, 1997...
Tayland'ın yeni Maliye Bakanı, görevi devralıyor ve 30 milyar dolar dolaylarında olduğu sanılan Merkez Bankası rezervlerinin, gerçekte "sadece 1 milyar dolar olduğunu, yani 2 günlük ithalatı ancak karşılayabileceğini" - galiba - ağzından kaçırıyor.
Hem dilini tutamamak, hem de gerçeklerin uzun süre saklanması sonucu Tayland ekonomisi çöküyor.
Ulusal para, yüzde 50 değer yitiriyor.
58 banka ve mali kuruluş kapatılıyor veya işlemlerine el konuluyor.
Malezya'nın da ağzı boşboğazlıktan yanmıştır.
Malezya Başbakanı Dr.Mahathir, "yabancı sermayeyi, Malezya'ya komplo kurmakla" suçluyor... Ve zaten tetikte olan yabancı fonlar, zembereklerinden boşanarak kaçıyor.
Dış ve içborçlar ödenemez hale geliyor.
Kore ve Endonezya, "toplum güvenini yitiren iktidarların ekonomik krizi aşma çabalarında başarılı olamadıklarının" kanıtı.
Kore Başkanı Kim, "eş - dost malı" olan bir çelik şirketini iflastan kurtarmak için bankalar üzerine baskı yapmaya kalkışıyor.
Bankalar direniyorlar. Başkana güven kalmıyor.
Böylece ekonomik sistemin çökmesine neden olan düğmeye basılmış oluyor.
Endonezya ise bunalımın eşiğinde, kendiliğinden IMF'ye başvuruyor.
Ulusal parasını dalgalanmaya bırakıyor.
Ama... Başkan Suharto, artık inandırıcılığını kaybetmiş olduğu için IMF ile yaptığı anlaşmalar dikiş tutmuyor.
Suharto, sonunda görevden istifa etmek zorunda kalıyor.
Muhalefet partileri seçimi kazanıyor ve bunalımı - nispeten - ucuz atlatmış sayılıyor.
Buna karşılık... Çin, devalüasyondan kaçınarak ama ihracatta rekabet gücünü koruyarak ayakta kalmıştır.
Siyasi istikrarı da güven veriyordu.
Hong Kong'un 90 milyar ABD doları rezervi, dolaşımdaki Hong Kong parasından daha fazlaydı.
Hong Kong ulusal parasını devirmek olanaksızdı.
Singapur da yabancı sermayenin en küçük bir kararsızlığına neden olmayacak sağlam bir yönetimle bunalımı atlatmıştır.
Bir iktisatçı şöyle yazıyor:
"Uzakdoğu Kaplanları, çetin bir mücadeleden sonra yeniden suyun üstüne çıktılar.
Şimdi sahile kadar çok zorlu bir 15 - 20 mili yüzmek zorundalar."
Türkiye, eğer bugünleri sağduyu ve sorumluluk duygusuyla şimdi aşmazsa, en iyi olasılık, birkaç yıl sonra yeniden su yüzüne çıkabilmektir.
Ve... Dalgalı denizde 15 - 20 mil daha kıyıya yüzmektir.
Ama, "sorumlular, toplum psikolojisini dikkate alarak dillerini tutulabilirse... Siyasi istikrar ve güven yansıtılırsa... Hasarla da olsa fırtınayı atlatırız."
.........
(1): Atilla Sönmez, "Doğu Asya Mucizesi ve Bunalımı - Türkiye İçin Dersler", İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2001.