Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       ADANA ve Ceyhan'daki felaket nedeniyle ulusumuza geçmiş olsun.
Yaşamını yitiren insanlarımıza rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyoruz.
Yaralılara da acil şifalar.
Ancak...
Bu dileklerin ötesinde kayıpların, acıların nedenlerini de sorgulamalıyız.
Deprem çok şiddetliydi...
Sarsıntının kayıp verdirmesi doğal.
Dünyanın her tarafında yedi şiddet dolaylarında depremler can kaybı ve hasara neden oluyor.
Fakat... Geri kalmış ülkelere oranla gelişmiş toplumlarda bu kayıp oranı daha az.

Artık sadece ülkeler değil, aynı ülkenin çeşitli yöreleri ve insanları arasında da "gelişmişlik" ya da "geri kalmışlık" gibi ayırımlar var.
Kentlerin dahi, varoşlarında 3. Dünyalılar yaşıyor.
İşte bütün doğal patlamaların vurgununu yiyenler onlar.
Depremlerde onların kulübeleri başlarına göçüyor.
Onların evlerini, dükkanlarını sel suları basıyor.
Fırtınalar, onların çatılarını uçuruyor, camlarını kırıyor.
Çünkü, onlar gelişmiş veya gelişmemiş bütün ülkelerin 3. Dünyalıları.
Gerçekten az gelişmiş diye adlandırılan ülkelerin dahi varlıklı mahalleleri bir Batı kentinin standartlarına sahip.
Onlar, doğal patlamaların zararlarını en az hissederler.

Yoksulluğa mahkum kırsal kesimin fazla nüfusu kentlere göçüyor.
Özellikle sanayii ve turizmin yoğunlaştığı yöreler birer çekim alanı.
Sırtına yorganını yüklüyor, elinde tahta bavulu bu kentlerde yeni bir yaşam şansı arıyor.
İnşaat, garsonluk, fırın işçiliği vs...
Biraz dikiş tutturanlar şehrin varoşlarında ya bir gecekondu kiralıyor... ya da arazi mafyasının turnikesinden geçerek derme çatma bir gecekondu sahibi oluyor.
Suyuna kanalizasyon bulaşan...
Yapısı dere yatağında...
En ufak sarsıntıda tepesi göçecek...
Sert rüzgarda çatısı uçacak teneke mahalleleri.
İşte son depremin vurduğu yöreler Adana'da ve Ceyhan'da ve bu çeşit yerleşim alanları...

Sadece kırsal yörelerden çekim merkezlerine ekonomik koşullar nedeniyle göç değil...
Bu olgunun başka çirkin boyutları da var.
Belediye başkanları, kendilerine seçmen üretmek için bu göçü adeta teşvik ediyorlar.
Devlet arazilerinin yağmalanmasına göz yumuyorlar.
Kentlerin çevresinde hatta kent mimarisi nispeten düzgün olan semtlerin içine gecekondu sızmalarına göz yumuyorlar.
Bunları yıkmıyorlar.
Güçlerini, mühendis hesapları ve mimar çizgilerinden çıkmış sağlık koşullarına cevap veren düzgün binalardaki bir balkon, garaj çıkıntılarına ya da bir küçük havuza tavır koyarak gösteriyorlar.
Çünkü, onlar sayı olarak seçmen kitlesi değil.
Üstelik, erişilebilir.
Tıpkı, verginin de kendini, vergi mükellefi olarak deklare eden, ödemelerini yapan kişileri daha da zora sokarak toplanması gibi...
Bu tutum siyasi etik açısından çıtanın çok aşağılara düşürülmesidir.
Popülizmdir.
İleride ödün verilen insanların hayatlarıyla oynanan çok tehlikeli bir politikadır.
O nedenle siyasi etik özürlüdür.
Ayrıca...
Sadece yeni seçmen üretmek kaygıları değil...
Elbette istisnaları olmakla beraber arazi mafyasına rant sağlamak, hatta onlarla rant paylaşmak gibi bir etik özürlü tavrın da altını çizmeliyiz.
Belediyeler görmezlikten gelmeseler, mafya babasının arazisi gibi milyonlarca metrekareyi kafasına göre parselleyip bu yoksul insanlara nasıl satar?
Nasıl kanlarını emer?
O araziler eğer devlete aitse..
Yap ve devret modeliyle bu araziler müteahhitlere verilebilir.
Onbinlerce konutluk projeler hayata geçerilir.
Hem de onbinlerce konutun maliyeti bir kişinin gecekonduyu kendi çabalarıyla yapmasından düşük bile olabilir.
Seri üretim ve malzemenin toptan alımı, prefabrike teknoloji standart çalışma, maliyeti düşürür.
Batılılar'a göre, Hazine'nin çok geniş arazilere sahip olması, Türkiye'nin konut politikası açısından şansıdır.
Çünkü, müteahhitlere büyük araziler verebilir.
Batı'da ise Hazinenin, devletin arazileri yok.
Türkiye konut üretimi için bu şansını kullanamıyor...
Kat satma karşılığı müteahhitlere vererek sağlam ve de sağlıklı sosyal konutlar üretilecek yerde, arazilerini mafyaya teslim ediyor.
Mafya semiriyor...
Mafya, kırsaldan göç eden yoksulların kanını, devlet arazisini peşkeş çekerek emiyor.
Bunun, ne siyasi, ne mimari etiği vardır.
Ne de insanlık değeri.
O belediyeleri denetleyemeyen siyasi iktidarlara gelince...
Siyasi iktidarlar da aynı oy soygunculuğuyla ucuz popülizm yapıyorlar.
Hazine arazilerinin yağmalanması, mafyaya rant sağlaması, çarpık kentleşme yoksul insanların en kötü koşullardaki yel ürür sel süpürür kulübelerde yaşamaya mahkum edilişi, utanç zincirinin halkalarıdır.
Demokrasi ve sivil toplum örgütleri yeterince gelişmedikçe ne yazık ki bu dram sürecek gibi görünüyor.



Yazara E-Posta: G.Civaoglu@milliyet.com.tr