Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Yavuz Gönen'e dün sordum:
"Polis sorgulamasında yaşamını yitirenlere, işkence görenlere duyarlığınızı, teröristlerin bombaladığı, ateş açtığı şehit ya da yaralı polise de gösteriyor musunuz?"
Hakların en kutsalı olan yaşama hakkına duyarlık polis ve asker için de geçerli olmalıdır.
Başkan Gönen'den aldığım yanıtı aynen yansıtıyorum:
"Elbette bütün insanlar için duyarlıyız.
Polislerimize bir saldırı olduğunda bunu bir bildiri yayımlayarak derhal kınıyoruz.
Bir tutanakla, ilişkili olduğumuz Dünya İnsan Hakları sivil demokratik kuruluşlarına bildiriyoruz.
İçişleri Bakanı'na üzüntülerimizi bildiren, saldırıya kesin karşı olduğumuzu yineleyen mesajlar gönderiyoruz."
Türkiye'de "insan haklarından" söz eden kurumlar ve onların yöneticileri, yıllardır "bölücü, etnik şoven ve polis - asker düşmanı, insan haklarını bu amaçlarla sömürenler, Türkiye'yi jurnallemek için kullananlar" olarak görülmüşlerdir.
Bu bağlamda - elbette o yargıları hak edenler geçmişte pek çoktu ve hala var ama - Başkan Yavuz Önen'in söylemi çok şeyin değişmekte olduğunun işareti.
Aradaki dikenli teller kalkmakta.
Nitekim İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'den Önen'e gelen yazıya...
"Sayın Yavuz Önen - TİHV Yönetim Kurulu Başkanı.
10 Eylül 2001 tarihinde İstanbul'da uğramış oldukları hain saldırı sonucu şehit olan ve yaralanan polislerimiz için lütfettiğiniz taziye ve şifa dileklerinize şahsım ve İçişleri Bakanlığı adına teşekkür eder, saygılar sunarım. Rüştü Kazım Yücelen - İçişleri Bakanı"
Anlayış değişimine bir örnek daha...
Önen dün, Ankara Emniyet Müdürü Hasan Yücesan'ın iftar yemeğinde konuğuydu.
Bu İnsan Hakları Vakfı kurulduğundan bu yana ilk kez.
Bu sağduyulu sese ön yargıları paranteze alarak, kulak verilmeli:
2001 yılında Vakfa 800 işkence başvurusu olmuş.
Gözaltında 8 ölüm kaydedilmiş.
31 yeni açılan ve eskiden süren davadan 8'i karara bağlanmış. 20 sanıktan sadece l'i üç ay hapis yatacakmış. Mahkum olanlar Şartlı Salıverme ve Erteleme Yasası'ndan yararlanarak tahliye edilmişler.
1991'de gözaltında ölen Yücel Özel'in sanık polisleri için formalitelerin aşılarak dava açılması 8 yıl sürmüş.
Mahkemesi süren polisler terfi edebiliyormuş.
Bir başka işkence davasında "ifadesi alınamadı" denerek dosyaları ayrılan polisler emekli olmuşlar.
Bunlar bireysel fakat vahim yanlışları yansıtıyor.
Fakat çok büyük çoğunluğunun insani değerlerinden kuşku duyulamayacak polisimizi ve diğer güvenlik güçlerini kurum olarak yıpratmamaya, özen göstermeliyiz.
Güvenliğimizi, namusumuzu emanet ettiğimiz o kurumlar göz bebeklerimizdir.
Başbakan 'ın, İçişleri Bakanı'nın illerde vali ve emniyet müdürlerinin de insan haklarına özen gösterilmesini isteyen genelgeleri var.
İllerde sivil demokratik örgüt temsilcilerinin de katıldıkları başvuru ve ihbarları inceleyen İnsan Hakları Kurulları devreye girmeye başladılar.
Polis akademilerinde insan hakları dersleri verilmekte, güvenlik örgütlerinde insan hakları için kurslar düzenlenmekte.
Yani...
Elbette - eskisi kadar yoğun olmasa bile - işkence ve diğer insan hakları ihlalleri sürüyor ama artık bunun böyle gitmeyeceği anlaşılmakta.
İnsan haklarından sorumlu Devlet Bakanı Nejat Arseven şöyle diyordu:
"En büyük şansım hem Adalet hem İçişleri bakanlarının daha önce insan haklarından sorumlu devlet bakanlığı yapmış olmaları. Her ikisi de konunun bilincindeler. Benim de zaten işim onların bakanlıklarıyla."
Daha çok sorunlar olduğunu biliyorum...
Fakat geçen yıllara göre hepimiz daha umutlu olabiliriz.
Derin güçlerin panzehiri derin demokrasidir.