27 Mayıs 1960 İhtilali'nin üzerinden 38 yıl geçti.
Bıraktığı izlerden önce, en unutulmaz olanı "idamlar"la başlayalım.
İdam kararları açıklanmıştır...
İdam hükümlüleri - o devrin deyimiyle sakıt (=düşük) - Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan bir askeri botla, Yassıada'dan infazların yapılacağı İmralı Adası'na götürülmektedirler...
İskeleden daha henüz uzaklaşmışlardır ki... Bayar, Zorlu'yu yanına çağırır.
Bir ricada bulunur:
"Fatin Beyefendi, ortak pazar kurulmakta. Buna Türkiye'nin girmesi ne manaya gelir?
Memleketimize istifadesi yahut zararı neler olabilir?
Bana bunları anlatır mısınız?"
Fatin Rüştü Zorlu, "başüstüne beyefendi, arzedeyim" der... Başlar anlatmaya...
Zorlu'nun verdiği bilgiler ve Bayar'ın zaman zaman araya girerek sorduğu sorularla "ortak pazar" konulu "sunuş", İmralı'ya varıncaya kadar sürer.
Onları gözlemekle görevli subay ve emrindekilerin hayretlerini, farketmez bir görüntüdedirler.
Konuya öylesine dalmışlardır.
Düşününüz...
Az sonra, bir çingenenin yağlı ilmiği boyunlarına geçecek.
Bu dünyadan göçecekler.
Bunu biliyorlar.
Sanki, uluslararası bir konferansa gidermişçesine Türkiye için çok önemli bir sorun olan "ortak pazar"ı tartışıyorlar.
Birbirlerine dert yanmak...
"Bir hukuk cinayeti işleniyor" gibi sızlanmalarda bulunmak...
Ağlaşmak...
Aileden, çocuklardan söz etmek yok...
Bunları yapsalardı da, elbette kimse kınayamazdı.
İnsani özelliklerdir.
Fakat...
Bu söyleşi, sadece 27 Mayıs'ın değil demokrasi tarihinin en düşündürücü sayfalarından biridir.
Siyasetçi ile devlet adamı farkıdır.
Bayar'ın infazı, "yaşı" nedeniyle iptal edilmiştir.
Cezası mühebbete çevrilmiştir.
Merhum Zorlu ise boynuna bir türlü ilmiği geçiremeyen celladına "yavrum beceremiyorsun, yardım edeyim" diyerek ipin boynuna geçmesini, kendisi uzanarak sağlamıştır.
Boşluğa kendini bırakmıştır.
Menderes için ise bir başka anı...
Bunu yazmak için, onun en pırıltılı günlerinde başdanışmanı olan Selahattin Beyazıt'ın onayını aldım.
Beyazıt'a sordum:
"Merhum Menderes'in cuma namazlarına gittiğini hiç anımsamıyorum.
Ne yapardı?
İbadet eder miydi?"
Cevabı şöyle oldu:
"Ederdi.
Zaman zaman namaz kılardı.
Fakat... Sabahın çok erken saatlerinde... 5'te 6'da.
Kimse görsün istemezdi.
- Bu çok hassas mevzuudur - derdi.
Cuma namazına da bu sebeple gitmezdi."
Doğru ya da yanlış...
İktidar olduktan sonra ezanın Arapça'ya çevrilmesi nedeniyle, DP iktidarı, çok eleştirilmiştir.
Ancak...
Menderes'in bu tavrı, dinin politika malzemesi yapma iradesini yansıtmıyor.
Celal Bayar da "Atatürk'ü sevmek, ibadettir" derdi.
Bununla beraber...
DP döneminde ticanilik ile birlikte siyasi İslamın kımıldanmaya başladığını da teslim etmeliyiz.
Fakat...
Türkiye'nin ufkunu, Batı'nın ortak pazarında arayan... İbadetini Allah ile kendi arasında tutabilen ve siyasi gösterişe yönelmeyen... Atatürk'e ve ilkelerine inançlı olanlardı.
Daha sonraki yılların manzaralarına bir bakınız.
Fark, farkedilir.
DP'nin hataları yok muydu?
Elbette çok...
Ne var ki...
Hiçbir şey askeri müdahalenin meşruiyetini ve hele siyasi parti liderlerinin, kurmaylarının idamının gerekçesi olamaz.
İdam edilenlerden Merhum Hasan Polatkan'ı da rahmetle anıyorum.
27 Mayıs'ın ikinci kalıcı izi; Türkiye'nin Batı standartlarına en yakın ve en iyi Anayasa'sını getirmiş olmasıdır.
Biz, o kuşağın gençleriyiz.
Sol yayınları, o Anayasa'nın açtığı özgürlüklerden yararlanarak okuyabildik.
Nazım'ın ve diğerlerinin tadına vardık.
Yargı bağımsızlığını, grevli - toplu sözleşmeli çalışma düzenini yaşamaya başladık.
Anayasa Mahkemesi'ne kavuştuk.
Daha nice böyle kurum...
Batı standartlarında insan haklarını amaçlayan bu kadronun, insan haklarının en kutsalı olan yaşama hakkına darağacı kurabilmiş olmasını izah etmek mümkün değil.
27 Mayıs'ın bir diğer özelliği de; emir - komuta zincirine dayanmayan ve çoğunluğunu üst teğmen, yüzbaşı, binbaşı, albayların oluşturduğu bir ihtilalci subaylar grubu tarafından yapılmış olmasıdır.
Dipten gelen bir dalga yüzeye vurmuş, siyaseti allak - bullak etmiştir.
Denizcilikte, en tehlikeli dalgalardan biridir.
Rüzgarla, basınç düşmesiyle önceden saptanamaz.
Dipte oluşur, patlar ve yüzeyi vurur.
27 Mayıs'tan bu yana Genelkurmay Başkanları, komutanlar...
Hatta...
Cumhurbaşkanları, hep bundan çekinmişlerdir.
Tavırlarını koyarken ordunun bütünüyle nabzını tutmuşlardır.
Görünüşte komutanların söylem ya da eylemi gibi algılanan tavırlar, aslında aşağıdan yukarıya bir elektrik akımının yansımasıdır.
Demokrasinin güvencesi, elbette Anayasa ve yasalardır...
Ama...
Sağduyu da çok önemlidir.
Demokrasinin bütün kuralları ve kurumlarıyla yaşaması dileğiyle...
Yazara E-Posta: G.Civaoglu@milliyet.com.tr